Гинекология

 

Adet Düzensizlikleri

Adet düzensizliği deyimini kullanırken öncelikle normal adet kanamasını ve bunun oluşması için gerekli koşulları tanımlamak gerekir. Normal bir adet kanaması için gerekli fizyolojik şartlar şöyle özetlenebilir :

• Beyinden sağlıklı bir şekilde yumurtalıklara uyarım gelmesi,
• Bu uyarımın yumurtalıkları etkileyerek yumurtalıklardan kadınlık hormonu olan estrojen salımını ve yumurtlamayı sağlaması ve ardından ikinci önemli hormon olan progesteron hormonunu salgılaması
• Adet kanaması için normal bir rahim ve genital sistem,
• Psikolojik olarak sağlıklı olma

Fizyolojik koşulların herhangi bir nedenle etkilenmesi sonucu ortaya çıkan kanamalara düzensiz kanamalar adı verilir.

Genellikle 21-35 gün arasında düzenli olarak gerçekleşen ve 3-7 gün süren kanamalar normal sınırlarda kabul edilebilir. Ortalama kan kaybı ise bir adet döneminde 35-40 ml civarındadır. Bu da genellikle günde 3-5 pet olarak ifade edilebilir. Genellikle 80 ml’nin üzerindeki kanamalar anormal olarak değerlendirilir. Ancak miktar olarak kanamanın normal olup olmadığını tespit etmek aslında kolay değildir. Kan kaybını değerlendirirken titizlik nedeniyle kişiden kişiye yorum farklılıkları objektif olmayı engellemektedir.

İlk adet ve ergenlik döneminde adet düzensizlikleri

İlk adet kanaması kız çocuklarında ortalama 12-13 yaşında görülür. İlk adetin görülmesiyle birlikte genç kızlığa adım atılır. Ancak hormonal sistemin olgunlaşması bir-iki yıl gibi bir sürede tamamlandığından adetlerin bir kısmı ovulasyon (yumurtlama) olmadan gerçekleşir. Bu yüzden ergenlik döneminde adet gecikmelerine ve/veya adetlerin normalden uzun sürmesine sık rastlanır.

Bazen bu dönemlerde düzensiz ve uzun süren kanamalar ilaçlarla tedaviyi gerektirecek kadar şiddetli de olabilir.

İlk adetin 9 yaşından önce görülmesi durumunda hormonal bir bozukluk söz konusu olabileceği gibi, 16 yaşına kadar adetin görülmemesi durumunda hormonal bir bozukluk veya yapısal bazı kusurlar da (kızlık zarının tam kapalı olması ve kanın akmasına izin vermemesi, genital organların olmaması gibi) söz konusu olabilir. Dolayısıyla böyle bir durumda mutlaka detaylı bir jinekolojik değerlendirme gerekir.

Doğurganlık dönemindeki düzensizlikler

Ergenlik döneminin belli bir aşamasından itibaren yumurtlama düzenli hale gelir ve adetler de düzene girer. Bu dönem kadının gebe kalabileceği dönemdir ve menopoza kadar devam eder. Aslında tedaviyi gerektiren ve kadınları jinekoloğa götüren düzensizlikler esas olarak bu dönemde gözlenir.

Adet düzensizlikleri; gecikmeler, ara kanamalar, adetin fazla olması ve uzun sürmesi ya da az olması ve kısa sürmesi şeklinde olabilir.

Spiral taşıyan kadınlarda kanama düzensizliği spiral takılmasından sonra ortaya çıkmış ise bazı hekimler için ilk yaklaşım RIA’yı çıkarmak olabilir ancak genellikle ilk aylardan sonra kanamalar düzene girdiğinden başka korunma alternatifleri de cazip görünmüyor ise spiralin çıkarılması konusunda çok da aceleci olmamak gerekir. Bazı haplarla tedavi etmek bu dönemin atlatılmasını sağlayacaktır.

Bu dönemde en sık karşılaşılan ve genellikle seyrek adet görme ile kendini gösteren önemli bir problem Polikistik yumurtalık (Polikistik Over) dediğimiz problemdir. Bu hastalıkta yumurta gelişiminin başladığı dönmede herhangi bir nedenle yavaşlaması veya duraklaması durumunda yumurta gelişip çatlayacağı yerde bir kist oluşur ve çatlamadan kalır. Bu durum her ay tekrarlar ve yumurtalıklardaki kist sayısı da artar. Bu tabloya erkeklik hormonu fazlalığına bağlı tüylenme, yüzde sivilcelenme, ayrıca kilo fazlalığı da sıklıkla eşlik edebilir.

Ultrasonografi ile muayenede tipik bir yumurtalık görüntüsüne rastlanır. Elbette bu bayanların gebe kalmalarında da sıkıntılar yaşanır, ve sıklıkla tedavi gerekir.

Bir özel kanama şekli de yumurtlama kanaması (siklus ortası kanama) dır. İki adetin ortasında yumurtlamayı takiben estrojende azalma sonucunda oluşan lekelenme tarzı kanamalardır. Nadiren adet kanaması kadar fazla da olabilir. Pek önemli bir problem değildir ve gerekirse o döneme özgü 1-2 günlük hormon desteği alınabilir.

Adet öncesi lekelenme tarzında kanamalar genellikle hormonal bir yetmezliğin göstergesi olduklarından adet öncesi dönemde başlayan ve 1 hafta veya 10 gün süren ilaç alımı gerektirebilirler.

Adet Gecikmeleri

Aslında aktif cinsel yaşamı olan her kadında adet gecikmesiyle karşılaşıldığında öncelikle düşünülmesi gereken konu gebelik olup olmadığıdır.Gebe olduğunuzdan kuşkulanıyorsanız lüfen tıklayınız. Hamile miyim ? İkinci olası neden de herhangi bir sebeple o dönemde yumurtlama olmaması ve buna bağlı kanamanın gecikmesidir. Yumurtlama olmadığında ise çatlaması gereken ve yumurta hücresini içeren su keseciği büyümeye ve hormon salgılamaya devam edeceğinden hem adet gecikir hem de muayenede sağ veya sol yumurtalıkta kist adını verdiğimiz içi sıvı dolu yapılar oluşur.

Uzun süren adet gecikmesini takiben ise rahim içersindeki doku kalınlaşmış olduğundan gelecek olan adet de uzun sürecek ve fazla olacaktır. Bu konuda hekimin hastasını uyarmasında fayda vardır.

Düzenli adet gören bir kadında beklenmedik bir şekilde ortaya çıkan gecikmenin nedeni ise genellikle psikolojik etkilenmeler olabilir.

Gebelik durumunun söz konusu olmadığı, adetleri etkileyecek herhangi bir stress yaşanmadığı durumlarda adet gecikmesinin nedenlerinin araştırılması gerekir..Bu amaçla kişinin mutlaka bir Jinekoloğa başvurması ve muayene olarak bazı hormon tahlillerini de yaptırması gerekecektir.

Adet gecikmesine sebep olması muhtemel olaylar genellikle süt hormonu ve tiroid hormon bozukluklarıdır.

Adet kanamasının fazla olması ve uzun sürmesi

Adet kanamasının fazlalaşması sıklıkla tedavi gerektiren bir durumun varlığına işaret eder. Adet kanamasının fazlalaşması kadını da kansız bırakacak ve genel sağlığını bozacaktır. Böyle durumlarda altta yatan sebebin ortaya konması açısından bir jinekoloğun muayenesi şarttır.

Altta yatan sebepler ise sıklıkla myom dediğimiz iyi huylu urlar, hiperplazi dediğimiz rahim iç tabakasının aşırı kalınlaşması, endometrit dediğimiz rahim iç tabakasında iltahaplanma veya polip adı verilen et parçaları gibi sebeplere bağlı olabilir. Bunların hepsinin hekim tarafından tedavisi şarttır.

Ara kanamalar

Doğurganlık döneminde sık görülen diğer bir adet düzensizliği de beklenmeyen ara kanamalardır. En muhtemel neden yine psikolojik etkiler olabilmekle birlikte öncelikle daha ciddi bir sebebin bulunup bulunmadığının mutlaka araştırılması gerekir. Hormonal dengesizlikler, rahim ağzındaki iltahaplar, myomlar (rahimdeki iyi huylu urlar) ve rahim ağzında bulunan polip denen et parçaları sebep olabilir. Ayrıca spiral kullanımı, doğum kontrol hapı kullanımının ilk ayları, menopozda hormon tedavisi alımı, aylık veya üç aylık iğneler ve kola cilt altına uygulanan gebeliği önleyici çubuklar da lekelenme tarzında ara kanamalara neden olabilirler.

Özellikle ilişki sonrası kanamalarda rahim ağzındaki problemlerin, yaraların sorumlu olduğu sık görülmektedir. Burada en önemli yaklaşım, rahim ağzında görülen yaranın kanser veya kanser öncesi gelişen görüntülerle ilişkili olup olmadığının ortaya konmasıdır. Bu da rahim ağzından alınan smear adı verilen tarama yöntemi ile mümkündür. Smear (rahim ağzından sürüntü alma) ile kanser öncesi anormallikler dışlandıktan sonra kanama ya da rahatsız edici bir akıntı şikayeti varsa yakma ya da dondurma yöntemleriyle bu yaranın tedavisi gerekir.

Yine unutulmamalıdır ki menopoza girmek üzere olan kadınlarda da adet düzensizlikleri çok sık yaşanır bunlar genellikle beklenmeyen ara kanamaları yerine adet aralarının sıklaşması veya sonraki dönemlerde de araların açılması şeklinde görülmektedir.

Menopoz sonrası Kanamalar

Bu dönemde hiçbir kanama normal değildir ve bu dönemdeki kanamaların genellikle hücre zayıflığından kaynaklanmalarına karşın, % 10-15’inin de kanser sebepli olabileceği akıldan çıkartılmamalı ve mutlaka en detaylı bir şekilde araştırılmalıdır. Rahim içersinden örnekleme mutlaka yapılmalı, rahim ağzı iyi değerlendirilmeli, ilaç alımı sorgulanmalıdır.

Beklenmeyen bir ara kanaması olan her kadının oyalanmadan mutlaka jinekoloğuna görünmesi ve altta yatan ciddi bir sebep olup olmadığını inceletmesi gereklidir.

Adet Öncesi Gerginlik Sendromu (Premenstrüel Sendrom, PMS)

Adet kanaması yaklaşırken kadınların %75’inde değişen hormon düzeylerine bağlı olarak bazı şikayetler ortaya çıkar.Bu kadınların yarısında yakınmalar hafiftir ve kişinin günlük yaşantısını etkilemez. Diğer yarısında ise depresyon da dahil olmak üzere çok daha ciddi şikayetler ortaya çıkar. Premenstrüel şikayetler fizyolojik ya da psikolojik olabilir ve kültürel farklılıklardan etkilenebilir. PMS hem fizyolojik hem de psikolojik olayların bileşkesidir. Çalışmalar değişik kültürlerden gelen kadınlarda farklı şikayetlerin ortaya çıktığını göstermektedir. Uzakdoğulu kadınlarda en sık rastlanılan şikayet ağrı iken gelişmiş batı toplumlarında depresyon en sık karşılaşılan bulgudur. Kişinin sosyal yaşamını olumsuz etkileyen ve her ay görülen yakınmalar kadının kendine olan güvenini yitirmesine dahi neden olabilir.

Fiziksel belirtiler

PMS bulguları veren kadınların hemen hemen hepsinde memelerde hassasiyet ve hafif geçici kilo artışı saptanır.Diğer belirtiler ise sindirim sitemi bozuklukları, başağrısı, döküntüler, kas ve eklem ağrıları, halsizlik, diş eti kanamaları, çarpıntı, denge bozuklukları, sıcak basmaları, ses ve kokulara aşırı hassasiyet, ajitasyon, uykusuzluk olarak sayılabilir. Adet kanamasının ağrılı ya da fazla olması yani dismenore PMS olarak değerlendirilmez.

Duygusal belirtiler

Duygusal hipersensitivite PMS de çok sık görülür. depresyondan endişeye ve aşırı sinirliliğe kadar pekçok değişik duygu durumu olabilir. Bazı kadınlarda hafif hafıza kaybı görülebilir. Konsantrasyon bozukluğu PMS’de nadir olmayan bir durumdur. Bazı kadınlarda görülen depresyon hali, huzursuzluk ve gerginlik tablosuna premenstrüel disforik bozukluk (PMDD) adı verilir.

Nedenleri

PMS nedenlrini bulmaya yönelik çalışmalar bu tablonun altında yatan faktörleri tam olarak ortaya koyamamıştır.Ancak bazı teoriler mevcuttur. Ovülasyonu baskılayan bazı hormonların verilmesi halinde PMS belirtilerinde gerileme olmaktadır. Buna göre üreme hormonları PMS’ye neden olabilir, ancak bu rolün ne olduğu açıklanamamıştır. PMS’nin bu hormonlar ile sinirlerde iletimi sağlayan bazı maddelerin ortak hareket etmesi sonucu ortaya çıktığı yönünde güçlü bulgular vardır. En çok suçlanan maddeler GABA ve serotonin adı verilenlerdir. Bazı araştırmacılar ise kalsiyumve magnezyum dengesindeki bozukluğun PMS tablosuna yol açtığına inanmaktadırlar. Bu iki mineralin vücuttaki dağılımı sinir hücreleri arasındaki iletişimi etkileyerek tabloya neden olabilir. Bu araştırmacılar PMS’li kadınlarda magneyum eksikliği ya da kalsiyum fazlalığının şikayetleri yarattığını öne sürmektedirler. PMS etiyolojisinde öne sürülen bir diğer neden de stress hormonlarıdır.Bu hormonların fazlalığı şiakyetlerin daha yoğun yaşanmasına neden olabilir. PMS etiyolojisinde vücutta salgılanan hemen hemen tüm hormon ve maddeler suçlanmaktadır. Ancak kanıtlanmış bir neden bulunamamıştır.

Kimlerde görülür

PMS tüm dünyada bütün kültürlerde rastlanılan bir durumdur.Yapılan bir çalışmada kadınların %88’inde değişik düzeylerde PMS bulgularına rastlanmıştır. Yaş arttıkça şikayetlerin şiddeti azalmakta ancak çocuk sayısı ile birlikte şiddet artmaktadır.Annesinde PMS olan kadınlarda da şikayetlere daha sık rastlanmaktadır. PMS bazı hastalıkların da şiddetini arttırabilir. Örneğin migreni olankadınlarda atakların büyük bir kısmı adet öncesi döneme rastlamaktadır. Yine şeker hastalarında kan şekeri düzeyleri ve insülin ihtiyacı adet öncesi dönemde değişiklikler gösterir. Astım atakları daha sık görülür ve pekçokkronik hastalık alevlenmeler gösterir. Bu dönemde kişinin çevresi ile olan uyumu bozulur işte veya evde ilişkide bulunduğu kişiler ve çocukları ile arası bozulabilir. Ergenlik dönemindeki genç kızlarda intihara olan eğilim artabilir. Yeme bozukluklarına rastlanabilir.

Tanı

PMS tanısı pozitif bulgulara dayanmaz. Tanı için en güvenilir yol 2-3 ay süre ile şikayetleri kaydetmek ve şiddetlerini skorlamaktır. Şikayetler fiziksel ve ruhsalolarak ayrılmalı ve ne zaman başlayıp ne zaman bittiği düzenli şekil de kaydedilmelidir.

Tedavi

PMS nedeni tam olarak bilinmediği için tedavisi de kesin değildir. Bu konuda çok değişik tedavi yaklaşımları mevcuttur.

Diet: Azar azar ve sık sık yemek yemenin şikayetleri azalttığı yönünde raporlar vardır.Adet öncesi dönemde taze meyve ve sebze tüketilmesi, kırmızı et ve donmuş yağlardan uzak durulması, içinde katkımaddesiiçeren besinlerin tüketilmemesi bazen yararlı olabilmektedir. Aynı şekilde kafein ve alkol tüketiminin azaltılması da faydalı olabilmektedir.

Egzersiz: yapılan bir çalışmada egzersiz yapmayan kadınlarda PMS’ye daha sık rastlandığı bulunmuştur. Hergün yapılan 30 dakikalık bir yürüyüş yararlı olabilir.

Kalsiyum ve Magnezyum: Günlük 1200 mg kalsiyum alımının 3 ay sonunda şikayetleri yarı yarıya azalttığını bildiren bir çalışma vardır. Bazı kadınlarda ise magnezyum desteğinden fayda sağlanmışıtr.Ancak bu konuda kesin bulgular henüz yoktur.

Vitaminler: A, E ve B6 vitaminlerinin PMS’ye neden olduğu ileri sürülmüş olsa da kesin olarak kanıtlanmış bir bulgu yoktur.

Diğer tedavi seçenekleri arasında seratonin metabolizması ile ilgili ilaçlar, hormon ilaçları, antidepresan ve anksiyete gibi psikiyatrik ilaçlar, idrar söktürücüler, erkeklik hormonları sayılabilir ancak bunlardan hiçbirinin kesinleşmiş faydası yoktur.

Diğer nadir tedavi yaklaşımları arasında ise psikoterapi ve akupunktur bulunur.

Aşırı Tüylenme

Tüylenme , Aşırı Tüylenme Kıllanma Nedir?

Hirsutizmus  yani aşırı tüylenme-kıllanma erkeklik hormonu bağımlı kıllanma artışı olarak tanımlanır. Bu kıllanma tüylenme  artışı sıklıkla üst dudak, çene, kulak, yanak, alt karın, sırt, göğüs ve  kollarda  olur.

Normalde kadın vücudunda erkek tipi olmayan kıllardaki genel artışa “hipertrikozis” adı verilmektedir. Bazen de ailevi, ırsi olarak bazı kadınlarda bu bölgelerde ince ve hatta kalın ve koyu renkli kıllar olabilmekte ve bu durumlarda kadınlar muhtemel bir hormonal bozukluk endişesiyle sıklıkla doktora başvurabilmektedirler. Bu tür durumlarda yapılan hormonal incelemeler çoğu durumda normal sonuçlanmakta ve epilasyon yöntemi ile kıl köklerinin alınması dışında kalan tedavi yöntemleri  yeterince sonuç vermemektedir.

Hirsutismus ise  androjen adı verilen erkeklik hormonlarının fazlalığının en sık bulgusudur. Bu tür  tüylenme durumunda bir diğer kozmetik sorun da akne yani sivilcelerdir. Bunun nedeni androjen hormonların (erkeklik hormonları) fazlalığına bağlı olarak deriden yapılan madde miktarının da artması ve sonuçta bunların tıkanarak sivilceleşmesidir.

Aşırı Tüylenmenin Tanısı Nasıl Konulur?

Aşırı tüylenme, kıllanma  tanısı, doktor tarafından dikkatli öykü ve fizik muayene ile konur. En sık görülen sebepler polikistik over  ve idiyopatik hirsutizm (ailevi tüylenme) gibi durumlarda hirsutizm ergenlik döneminde başlar ve bir kaç yıl içinde uzun sürede ilerler. Düzensiz adet   dönemleri ile birlikte hirsutizm, aşırı tüylenme genellikle polikistik overde  görülür. Birden başlayıp hızlı ilerleyen hirsutizm olan bir kadında adet düzensizliği de varsa ayrıca androjen salgılayan tümörler düşünülmelidir.  Erkeklik etkili ilaç alımı da araştırılmalıdır. Cushing ve hipotiroidi  hastalığı da göz önünde bulundurulmalıdır.

Tüylenme, aşırı Tüylenme  Nedenleri Nelerdir?

Idiyopatik hirsutizm, ailevi aşırı tüylenme

Polikistik over sendromu (PCOS):

Hipertekozis

Over veya böbrek üstü tümörü

Adrenal hiperplazi

Aşırı Tüylenme Testleri Nelerdir?

Hirsutizmi olan hastada  serum total testosteron veya serbest testosteron seviyesine bakılması , ve bazen de DHEAS ,17 hidroksiprogesteron, androstenedion bakılması gerekmektedir.

Tüylenme Tedavisi Nasıl Yapılır?

Altta yatan bir hastalık saptandığında buna yönelik uygun  tedavi, ilgili klinik ve hekim  tarafından planlanmalıdır. Sadece uçorgan aşırı duyarlılığına bağlı tüylenme, ırksal ya da ailesel hipertrikozis olguları kozmetik amaçla tedaviye alınır. Sistemik hastalığa bağlı durumlarda da istenmeyen kıllardan kurtulmak için sistemik tedavi yanında kozmetik yaklaşım da gereklidir. Eğer altta yatan sebep “polikistik over” ise tedavi  jinekolog tarafından buna yönelik yapılmalıdır

Polikistik over sendromu

Polikistik over sendromu

Kronik androjen yüksekliği ve yumurtlama bozukluğu ile seyreden üreme sistemi hormonal düzensizliği ile seyreden bir patolojidir. Stein ve Leventhal tarafından 1935 yılında tarif edilmiş eski bir sağlık sorunudur.

Polikistik over hastalığı (PKOS) tanısı konması için üç kriterden en az ikisine kişinin sahip olması gerekmektedir. Bu üç kriter şu şekildedir;

1. Oligoovulasyon (seyrek aralıklarla yumurtlama)

2. Hiperandrojenizm (serum androjenlerinin yüksekliği)

3. Ultrasonda Polikistik over görünümü.

PKOS üreme çağında olan kadınlarda %4-6 oranında görülmesine rağmen daha geniş çaplı çalışmalarda %10 oranlarında görüldüğü ileri sürülmektedir. Genç kızlarda adet düzensizliği, kıllanma artışı, kolay kilo kazanma gibi sorunlar daha ileri dönemde kolay gebe kalamama veya tedavi ile gebe kalma gibi sorunlara neden olmaktadır. Bu hastalığın en önemli özelliği yaşlanma ile değişik şekillerde karşımıza çıkmasıdır. İlerleyen yaşla beraber; obezite, yüksek kolesterol, kan şekeri problemleri, yüksek tansiyon ve hatta kalp hastalıkları ile devam eden uzun süreçli metabolik, hormonal bozukluk olarak kabul edilmektedir.

PKOS nedenlerine bakıldığı zaman iki önemli faktörün rol oynadığı görülmektedir. Birinci neden beynin hipotalamik bölgesinden salgılanan GnRH maddesinin düzensizliği diğeri ise insulin rezistansı denen kan şekerini düzenleyen insuline karşı vücut direncinin oluşması ve bu hormona düzgün cevap alınamaması halidir.

PKOS tanısı almış olan hastalarda yakın ve uzun dönem sağlık problemleri söz konusu olabilir. Yakın dönem problemleri arasında en önemli olan puberte ve sonrasında düzene giremeyen adetler, kilo alma, akne, kıllanma artışı gibi kozmetik problem ön plana geçer. Uzun dönem problemleri arasında; kolay gebe kalamama ve hatta ileri yardımcı üreme tekniklerine kadar varan tedavi süreçleri, ileri yaşlarda metabolik sendrom denilen, obezite, tansiyon yüksekliği, kan şeker ve yağlarının bozulması ile seyreden ciddi yaşlılık problemlerine yol açmaktadır.

Tedavi seçenekleri:

En başta gelen kilo vermektir. Obezite yakınması olanlarda total vücut ağırlığının %5 kadarını vermek, serum androjen seviyelerinde ciddi düşmelere neden olmakta ve bozulmuş olan yumurtlama mekanizmasının geri dönmesine neden olmaktadır. Bunun yanında kilo vermekle beraber kıllanma ve şeker hastalığı görülme olasılığında ciddi düşüşler görülmektedir.

İkinci önemli konu; subinfertilite, yani bebek sahibi olmakta zorlanmak. Bu problem ile karşılaşıldığında genellikle PKOS hastaları doktor kontrol ve yönetimde ilaç tedavisi ile yumurtlama takibi sonucunda gebe kalabilirler. Uzun süre ciddi ve sabırlı takip süreci gereklidir. Bu tip tedaviler ortalama 6 ay sonunda netice verebilir. Genç hastalarda 1 seneye kadar uzayan tedavi süreçleri olabilir. Uygulanan ilaç tedavileri bazen sonuç vermeyebilir ve çift tüp bebek tedavisine kadar gereksinim duyabilir. Bebek isteyen PKOS problemi olan çiftlere medikal ve psikolojik danışmanlığın kapsamlı bir şekilde verilmesi gerekmektedir.

Bebek istemi dışında adet düzensizliği ve aşırı kıllanma, akne gibi problemleri olan hastalarda yaklaşım farklılar gösterir. Bu tip problemleri olan hastalarda, doğum kontrol hapları çok önemli bir yer işgal ederler. Doğum kontrol haplarının bazıları (her doğum kontrol hapı değil) adetlerin düzene girmesini, serum androgen seviyelerinin düşmesini ve aynı zamanda hedef organlarda etkilerini azaltma amacı ile kullanılmaktadır. Genellikle konuşulanların aksine uzun dönem kullanımının daha yararlı olduğu kesindir. Bu tip hastaların sonuç alabilmesi için en az 6 ay kullanması gerekmektedir.

Hastanın ilave problemlerine göre doğum kontrol haplarının yanında uzun dönem problemleri azaltmak amacı ile bazı şeker hastalarında kullanılan insulin hassaslaştırıcı haplar kullanılabilinir. Bu haplar insulin gereksinimi azaltarak ve kan şekerini düzene koyarak, hastaların yakın dönem ve uzun dönemlerin sorunlarının hafifletilmesine yardımcı olabilir.

PKOS hastalarında son olarak bazı cerrahi tedaviler söz konusu olabilir. Bu tip tedaviler bazı çok özel durumlar dışında çok az tavsiye edilen ve uygulana yöntemleridir. Endoskopik yöntemler ile yumurtalıkların içine girilerek uygulanan ve yumurtlamayı engelleyen, serum androjen seviyelerinde artışa neden olan dokuların çıkarılması veya yakılması ile başarı sağlanan çok özel tekniklerdir. İnfertilite konusunda birikimi olan ve bu methodların hepsini uygulama yetenek ve bilgisinde olan hekimler tarafından ele alınması gereken girişimlerdir.

Sonuç olarak PKOS hastalığı, diğer endokrin bozukluklar (diabet, tiroit) gibi kısa dönemde tedavi edilecek veya kalıcı tedavi başarıları olan bir patoloji değildir. Kişilerin gençlikten ileri yaşa kadar olan yaşam sürecinde çeşitli değişik bulgular ile ortaya çıkan kronik bir hastalıktır. Gerçek başarı bu hastalığı kontrol altında tutmak ve organizmaya minimal zararı verecek şekilde takip etmektir. Bu takipte en önemli nokta sağlıklı yaşam kurallarına uymak, kilo kontrolü ve doktor gözetiminde hormon dengelerini kontrol altında tutmaktır.

Cinsel Yolla Bulaşan Hastalıklardan Korunma Yolları

Cinsel yolla bulaşan hastalıklar (CYBH), özellikle nüfusu kalabalık olan şehirlerde daha önemli bir sorun olarak karşımıza çıkmaktadır. Çok çeşitli şehirlerden ve hatta ülkelerden, çeşitli kültürlerden gelen insanların fazlaca yaşadığı yerlerde elbette kaçınılmaz olarak bu tür hastalıklar daha fazla görülür.

Korunma yollarına girmeden önce bu hastalıkların çok kısa bir özetini yapmakta fayda var:

CYBH başlığı altında toplanan hastalıklar hayatı tehdit eden hastalıklar olabileceği gibi (AIDS ve Hepatit B gibi); hayati tehlikesi olmayan ancak kalıcı hasarlar bırakabilen hastalıklar (erkekte ve kadında kısırlığa neden olan enfeksiyonlar, özellikle kadında kalıcı ağrılar ve diğer jinekolojik belirtilere yol açan enfeksiyonlar) şeklinde; ya da enfeksiyon süresince çok çeşitli belirtilere yol açan, kişiyi rahatsız eden ve daha sonra giderek hafifleyen seyir izleyecek şekilde olabilir (kadında vajinit ve bazı sistit türleri gibi).

CYBH’ler kadının anatomik özellikleri nedeniyle erkekten kadına daha kolay bulaşırlar. Hayatı tehdit eden enfeksiyonlar hariç, diğerleri genellikle kadınlarda daha kolay kalıcı hasar bırakırlar ve daha şiddetli belirtilere neden olurlar. CYBH’lerin önemli bir kısmı kronik seyirlidir, yani bir kez bulaştıktan sonra hiçbir belirti vermese de vücutta enfeksiyon etmeni yaşamaya devam eder. CYBH’ler arasında virüslere bağlı oluşanlar için henüz kesin etkili bir tedavi şekli geliştirilememiştir.

Tüm bu özellikleri nedeniyle CYBH’ler önemli bir sağlık sorunudur ve bu konuda bilgisi olmayanları daha kolay “vurur”.

Korunma

Cinsel yolla bulaşan hastalıklardan bireysel düzeyde korunmanın en etkili yolu hastalık riski taşıyan şüpheli kişilerle (hayat kadınları, hayat kadınlarıyla birlikte olduğu bilinen kişiler, çok sayıda partneri olan ya da olmuş kişiler) ilişkiye girmekten kaçınmaktır.

Ancak unutulmamalıdır ki bariz olarak şüpheli olmayan biriyle beraber olunduğunda da hastalık bulaşabilir. O yüzden ikinci basamak, hakkında bilgi sahibi olunmayan bir kişiyle, ne kadar “temiz” görünürse görünsün, ilişkide prezervatif kullanmaktır.

Prezervatifler arasında lateks yapılı olan ve spermisit içerenler tercih edilmelidir (spermisitlerin aynı zamanda mikroorganizmaları etkisiz hale getirebilme özellikleri de bulunmaktadır). Prezervatif bir kez kullanılmalı ve ilişki sonrası çıkartıldıktan sonra poşete koyularak atılmalı ve eller sabunlu suyla yıkanmalıdır.

Prezervatif kullanımı yıllar boyu erkeklerin tekelinde ve inisiyatifinde kalmıştır. Son yıllarda ise kadınların kullanımına uygun olarak geliştirilen prezervatifler Amerika’da ve bazı Avrupa ülkelerinde kullanılmaya başlanmıştır. Ülkemize de girmiş olan bu ürünlerin çok yakında yaygın olarak kullanılacağını düşünüyorum.

Ne kadar etkili korunma olursa olsun cinsel yolla bulaşan hastalıklar açısından herkes risk altındadır. Bu hastalıkların çoğunda erken tanı ve tedavi hem kişinin sağlığının tekrar oluşturulması, hem de hastalığın daha çok bulaşmasının engellenmesi açısından önemlidir. Her bireyin CYBH grubunda yer alan hastalıkların genel belirtilerini bilmesi çekinmeden doktora başvurması önemlidir.

Gebelikten Korunma

Gebelikten korunmak için herhangi bir yöntem kullanmadan cinsel ilişkide bulunan kadınların % 80-85’i bir yıl içinde gebe kalır. Bu nedenle eğer bir süre ya da bundan sonra hiç bebek istenmiyorsa mutlaka etkili bir gebelikten korunma yöntemi kullanılmalıdır.
Her kadının istediği zamanda ve istediği sayıda çocuk sahibi olması en doğal hakkıdır.
Oluşabilecek gebeliğin geçici olarak önlenmesine tıp dilinde “kontrasepsiyon”, bu amaçla kullanılan yöntemlere de “kontraseptif” yöntemler denir.
Amaç anne ve doğacak çocukların sağlıklı olması ve çocuk sahibi olmak istendiğinde gebeliğin oluşmasıdır. Çünkü iki yıldan az aralıklarla yapılan doğumlar annenin vücut sağlığını önemli ölçüde bozmakta, gebelik sırasında riskleri artırmakta, hatta ara vermeden arka arkaya yapılan doğumlar anne ölümlerine dahi neden olabilmektedir.
Ayrıca sık aralıklarla doğan çocukların da anne karnında gelişmeleri tam olmamakta, düşük doğum ağırlıklı bebekler doğmakta, sakatlık oranı yükselmekte, bakımları güçleşmekte ve bebek ölümleri artmaktadır.

Elbette doğum kontrolü kadın sağlığına zarar vermeyecek yöntemler ile sağlanmalıdır.
Genel Anlamıyla gebelikten korunma yöntemlerini 2 grupta incelemek mümkündür;
1. Doğal korunma yöntemleri
2. Tıbbi korunma yöntemleri
Doğal yöntemlerin uygulaması kolay ve yaygın olmalarına karşın etkinlikleri azdır..

DOĞAL KORUNMA YÖNTEMLERİ NELERDİR ?

Ergenlikten başlayarak bir erkekte üreme yeteneği sperm üretiminin kesintisiz olmasına bağlı olarak sürekli iken, kadınlarda bu yetenek adet döngüsünün belli günleriyle sınırlıdır.
Kadında karın içinde bulunan yumurtalıklarda, ergenlik sonrası üreme hormonlarının etkisiyle her ay bir yumurta gelişerek belli günlerde döllenmeye elverişli halde karın boşluğuna atılır. Yumurtlama dönemi olarak tanımlanan bu günlerde, kadın vücudunda gebeliğe hazırlık olarak düşünülebilecek bazı belirtiler de olur.
Bu konuda bilinçlenerek doğurganlık belirtileri olan değişiklikler izlendiğinde kadınlar hangi günlerde gebe kalabileceklerini aslında anlayabilirler.
Gebelik istendiğinde bu günlerde cinsel ilişkide bulunarak gebe kalmak, istenmiyorsa da cinsel ilişkiden kaçınarak gebelikten korunmak olanaklıdır.
Doğurganlık Belirtilerine Dayalı Yöntemler
Adet döngüsü boyunca doğurganlık dönemlerinde rahim ağzından gelen akıntının tipi ve miktarı, rahim ağzının biçimi ve kıvamı ile vücut sıcaklığında değişiklikler olur.

• Rahim ağzından gelen akıntının tipi ve miktarı değişir.
Vajinada (hazne) çok kıvamlı olmayan, bol, şeffaf, kaygan ve iki parmak arasında uzayan bir akıntı olduğu günler (mukus uzaması), gebelik için elverişli günlerdir.

• Rahim ağzının biçimi ve kıvamı değişir.
Adet günlerinin bitiminde sert olan rahim ağzı yumurtanın olgunlaşmasından 4-5 gün önce yumuşamaya başlar, parmakla dokunulmak istendiğinde vajinanın üst bölümünde hissedilir, yumurtlama olduğu günlerde rahim ağzı iyice yumuşar ve zor ulaşılacak derinliktedir.

• Vücut sıcaklığı değişir.
Yumurtlamadan hemen sonra vücut ısısı biraz (yarım derece kadar) artar ve yüksek kalır.

Akıntının Niteliğini İzlemeye Dayalı Yöntem
.Adet kanaması tam olarak bitince birkaç gün vajinadan akıntı gelmez. Bu günler “KURU” günler sayılır.

.Kuru günlerden sonra yapışkan, koyu kıvamlı ve pürtüklü az miktarda bir akıntı hissedilir. Rengi sarı ya da beyazdır. Bu akıntı bazen fark edilemeyebilir.

.Yumurtlama günleri yaklaşırken akıntı artar, kıvamı incelir ve görünümü berraklaşır. İki parmak arasında uzayabilir. Vajinadan “ISLAKLIK” olarak hissedilen bu ortamda spermler rahatlıkla 3-5 gün yaşayabilir, rahim içine geçer ve yumurtayı dölleyebilirler.
Islak günler doğurgan günlerdir. Gebelik isteniyorsa düzenli cinsel ilişkide bulunulur, istenmiyorsa ilişkiye girilmez.

.Yumurtlamadan sonra akıntı yine değişir. Azalır, pürtüklü ve yapışkan olur. Vajinada yine KURU hissedilir. Bu ortamda spermlerin hareketleri güçleşir, rahim ağzından geçemezler ve yaşayamazlar.

Bu bulguları izleyerek gebelikten korunmak isteyenler üç ay süre ile yalnızca akıntılarını gözleyerek ve bulgularını kayıt edip gözden geçirdikten sonra korunmaya başlayabilirler. Bu sırada mutlaka bu konuda eğitim almış bir sağlık personelinin rehberliği gereklidir. Cinsel ilişki, sıvıların niteliğinin değişmesine yol açar, bu nedenle ilk ayda cinsel ilişkiye girilmez. Akıntı izlenemeyeceğinden adet kanaması sürerken de cinsel ilişkiye girilmemelidir.

Adet sonrası hiç akıntı olmayan KURU GÜNLERDE GÜNAŞIRI İLİŞKİ OLABİLİR. DAHA SIK İLİŞKİ OLURSA GEÇERLİ İZLEM YAPILAMAZ.

.Vajinada ISLAKLIK hissedilince cinsel perhize başlanır. İNCE KIVAMLI, UZAYAN, BERRAK GÖRÜNTÜLÜ AKINTIDAN SONRAKİ DÖRT GÜN EN TEHLİKELİ GÜNLERDİR.

.Tehlikeli günler geçince adet görene kadar olan cinsel ilişkilerde artık gebelik riski yoktur.

.Arada kanama olursa, bu günlerde ve kanamanın en az üç gün sonrasına kadar yine ilişkide bulunulmaz.

Yalnızca vücut ısısını ya da rahim ağzının değişimini izleyerek gebelikten korunma da olasıdır. Ancak bunlar etkililiği daha az olan yöntemlerdir.

Pratik ancak daha uzun süreli cinsel perhizi gerektiren ve takvime dayalı bir yöntem olan Standart günler Yöntemi’nde adet sıklığı 26 ile 32 gün arasında değişen kadınlar adet başlangıcından itibaren 8 (sekiz) ile 19. (ondokuzuncu) günler arasında cinsel ilişkide bulunmayarak ya da bu günlerde kondom kullanarak da gebelikten korunabilirler. Bu yöntem eskiden önerilen takvim yönteminin daha geçerli bir uygulamasıdır.

Doğurganlık Belirtilerine Dayalı Yöntemler ile Gebeliğe Karşı Etkili Bir Koruma Sağlanabilir mi?
Özenle doğru uygulandığında bu yöntemler elbette koruyucudur. Kurallarına tam uyulmadığı takdirde ise koruyuculuk çok azalır. Bu yöntemlerin kadın ya da erkek kondomu, diyafram, spermisit gibi bariyer yöntemlerle birlikte uygulanması etkililiği artırır.

Yumurtlama günleri bazı hastalıklarda, büyük sıkıntı ya da üzüntüler yaşandığında, tatil dönemlerinde değişiklik gösterebilir. Bu durumlarda izlem özel bir dikkat gerektirir. Genital yol enfeksiyonları varlığında akıntının niteliği değişeceğinden bu yöntemin uygulanması uygun değildir.

Emzirmeyle Korunma (Laktasyon Amenoresi)

Halk arasında süt koruması olarak adlandırılan yöntemdir. Doğumdan sonra ilk altı ay boyunca anne, bebeğini sadece anne sütü ile sık aralıklarla günde toplam en az 60 dakika emzirerek beslediği takdirde annede yumurtlama gerçekleşmeyebilir. Bu durumda cinsel ilişki olsa dahi gebelik meydana gelmez. Ancak bu süre sırasında adet kanaması görülür, ek gıdaya geçilir ya da anne emzirmeyi keserse bu yöntemin koruyuculuğu çok azalır. Bütün kurallarına uyulduğunda koruyuculuğu yüksektir. Emzirme ile korunmanın ilk altı aydan sonra mümkün olmayacağını bilmeli ve daha bu süre bitmeden mutlaka etkili ancak emzirmeyi etkilemeyecek bir yönteme geçilmelidir.

Geri Çekme(Dışarı Boşalma)Yöntemi

Cinsel ilişki sırasında vajina içine boşalma olmadan önce erkeğin cinsel organını kadının vajinasından çıkararak dışarıya boşalmasıdır. Bu yöntemin doğru uygulanabilmesi ve cinsel ilişkinin olumsuz etkilenmemesi için iki tarafın da bu konuda istekli ve kesin kararlı olması gerekir. Tam uygulanmadığında koruyuculuğu çok düşer.
Cinsel ilişki sonrasında gebelikten korunma amacıyla vajinanın yıkanması tamamen etkisiz bir uygulamadır. Vajinanın yıkanması doğal korunmasını bozarak enfeksiyonların oluşma riskini artırdığından kesinlikle önerilmez.
Doğal Yöntemlerin Vücutta Gebeliği Önleme Dışında Başka Bir Etkisi Var mı?
Hiçbir yan etkisi olmayan bu yöntemleri özenle uygulamak için çok bilinçli ve kararlı olmak gerekir. Eşle tam uyum sağlamadan kullanılamazlar.
Herhangi bir nedenle doğal korunma yöntemlerini uygularken kurallarına tam uyamazsanız ilişki sonrasında korunmak için en geç 72 saat içinde acil gebelikten korunma önlemlerinden faydalanmak üzere hekime başvurabilirsiniz.

UNUTMAYIN!
DOĞAL YÖNTEMLER CİNSEL YOLLA BULAŞAN ENFEKSİYONLARDAN KORUMAZ.

Cinsel yolla bulaşan enfeksiyonlardan korunmanın tek yolu cinsel ilişki sırasında kadın ya da erkeğin kondom kullanmasıdır.
Özetle, yaygın olan ama yanlış bilinen bazı noktaları hatırlatmakta yarar vardır.
Erkeğin spermleri kadın vücudunda 3 gün kadar canlı kalabilirler. Bu da takvim metodunun güvenilirliğini azaltmaktadır.
Spermlerin ilişkiden 2-3 dakika sonra rahim ağzındaki mukus adı verilen yapının içersine yerleştikleri ve rahim içine doğru yola almaya başladıkları bilinmektedir.Dolayısıyla ilişki sonrası vajinal duş koruyucu etkiye sahip değildir!..
Geri çekme yöntemi ise güvenilir değildir ve bireysel olarak çok farklılıklar göstermektedir.
Bu yöntemde başarısızlıklar % 30’lara varabilmektedir..
Dolayısıyla günümüzde modern ve etkili korunma yöntemleri uygulanmalıdır.
Bunlar Nelerdir ?

1. Prezervatif (kondom, kılıf)

Erkek spermlerinin vajinaya atılmasını, dolayısı ile sperm ve yumurtanın karşılaşmasını engelleyerek gebeliği önler. Bir başka özelliği de cinsel yolla bulaşan hastalıkların bulaşmasını engelleyen tek yöntem olmasıdır. (örn: AIDS, frengi, bel soğukluğu gibi.) Halk arasında kılıf diye de bilinir.
Cinsel ilişki öncesi erkek tarafından doğru şekilde kullanıldığında koruyuculuk oranı % 95 – 98‘ dir. Her bir prezervatif bir defa kullanılmalıdır. Sağlığa hiçbir zararı yoktur.

2. Vajinal engeller (diyafram, sperm öldürücü krem, köpük, fitil)

Diyafram rahim ağzına takılarak spermlerin içeriye geçmesini engeller. Sperm öldürücüler, vajinadaki tüm spermleri işe yaramaz hale getirir.
Diyafram ve sperm öldürücüler birarada ve doğru kullanıldığında etkinlikleri artar. İlişkiden önce kadın tarafından yerine yerleştirilir. Sağlığa bir zararları yoktur.
Tabletlerin erimesi için cinsel ilişkiden 10 – 15 dakika önce vajinanın derinine uygulanmaları gerekir. Etkisini tam gösterebilmesi için cinsel ilişkiden sonra da en az 6 saat vajina hiçbir sebeple yıkanmamalıdır. Vajinanın doktor tarafından önerilmedikçe, herhangi bir sebepten yıkanması doğal korunmasını bozarak enfeksiyonların oluşma riskini artıracağından kesinlikle önerilmez.
Doğru kullanıldığında oldukça etkilidir.
Her cinsel ilişki için uygulama tekrarlanmalıdır.
Anne sütünü etkilemediği için emziren kadınlar da kullanabilir. Bazı cinsel yolla bulaşan enfeksiyonlara karşı koruyucudur

3. Rahim içi araçlar (RİA)(spiraller)

Rahim içine uygulanarak yumurtanın rahim içine naklini, spermlerin yumurtanın yanına gitmesini ve döllenme olsa bile rahim içinin özelliklerini bozarak döllenmiş yumurtanın yerleşmesini engeller. Çıkarıldığında doğurganlık kısa sürede geri döner.
Spiraller rahim içinde 1 – 5 yıl kalabilir. Genellikle ucunda ip bulunan plastik veya metalden yapılmışlardır. Bazı RIA’lar bakır veya progesteron hormonu içerir. Genital organ enfeksiyonlarıyla olan ilişkisi nedeniyle, RIA kullanımında tartışmalar olmuştur. Eğer yoğun adet kanaması yaşıyorsanız, üreme organlarından herhangi birine ait (yumurtalık, rahim, tüpler) bir enfeksiyon veya dış gebelik öykünüz varsa doktorunuzla RIA kullanma riskleri konusunda konuşmalısınız.
Yan etkileri azdır, kontrolleri düzenli olarak yapılırsa 10 yıl süre ile % 98 oranında korur. Bugün en sık olarak bakırlı spiraller kullanılmaktadır. Hormon salan (progesteron) tipleri de vardır ama özel amaçlarla tercih edilirler.
Spiral Nasıl Kullanılır?
Uzman hekim tarafından spiral rahim içine yerleştirilir. Genellikle gebelik ihtimalinin çok az olduğu ve rahim ağzının hafifçe açıldığı dönem olduğu için adet döneminde takılır. Takılması genellikle birkaç dakika alır.
Takıldığı zaman nadiren kramp tarzında ağrı hissedebilirsiniz. RIA takıldıktan sonra, rahim içinde olduğundan emin olmak için, ipini kontrol ediniz. Aynı zamanda birkaç kez adet döneminden sonra da ipini kontrol ediniz. Bunu parmağınızı vajen içine sokarak, rahim ağzı yakınında ipi hissederek yapabilirsiniz. İpi hissettiğiniz sürece spiral normal pozisyonundadır ve gebe kalma ihtimaliniz çok azdır. Eğer sert plastiği hissederseniz, doğru yerinde değildir. Değiştirmek için hekiminize başvurmalısınız.
İlk birkaç ay içinde RIA siz farketmeden çıkmış olabilir. Bu nedenle ilk aylarda her ilişki öncesi RIA’yı kontrol ediniz. RIA, 1 – 5 yıl kullanılabilir. Genellikle progesteron içeren RIA’lar 1 yıl sonra değiştirilir. Bakır içeren RIA’lar ise 5 yıl kullanılabilir.
Spiralin süresi dolduğunda, bir sorun yoksa yeni bir spiral eskisi çıkarıldıktan hemen sonra takılabilir. Rahimin bir süre dinlendirilmesi gibi bir kavram geçerli değildir.

Eğer;

• İpi hissedemezseniz,
• Kötü kokulu vajinal akıntı,
• Özellikle ilişki sırasında ciddi, beklenmedik karın ağrısı,
• Nedeni belli olmayan ateş,
• Gebelik belirtileri varsa,

Bu gibi durumlarda hemen doktorunuzu aramalısınız.

Spiral kullanırken gebe kalınabilir mi ?

Nadiren spiral yerindeyken de gebelik oluşabilir. Böyle bir durumda oluşan hamileliğin düşükle sonlanma olasılığı %50’dir. Ancak gebelik fark edildiği anda spiral çıkartılırsa bu oran %25’e düşmektedir.
Dolayısıyla böyle bir durum fark edildiğinde yapılacak şey spiralin çıkarılmasıdır. Ancak çıkarılma işlemi esnasında sorun oluşabileceği ve gebeliğin bundan az olasılıkla da olsa zarar görebileceğini kişi bilmeli ve bu olasılığa hazır olmalıdır.
Gebelik devam ettiği halde spiralin çıkartılmaması ise anne adayının hayatını tehtit edebilecek düzeyde bir enfeksiyon riskini de beraberinde taşır. Bu nedenle eğer spiralin ipi görülemiyorsa ya da ultrasonda yeri saptanamıyorsa kürtaj da düşünülmelidir.
Gebelik devam ederken spirali yerinde bırakmak amniyon zarının erken açılması riskini de beraberinde getirir. Bu durumda da erken doğum kaçınılmaz olacaktır.

Spiral ne zaman uygulanmamalıdır ?

* Gebelik kuşkusu varsa
* Yeni geçirilmiş, ya da tekrarlayan jinekolojik iltahap varlığında
* Teşhis konulmamış vaginal kanama varsa
* Rahim anatomisinde bozukluk varsa
* Büyük myomlar varsa
* Kronik bağışıklık yetmezliği
* Bakır alerjisi varsa (bakır içeren spiraller için)
* Wilson hastalığı varsa(bakır içeren spiraller için)

4. Hormonal yöntemler (doğum kontrol hapları, iğneleri)

Hemen hepsi, yumurtlamayı durdurur, rahim ağzı tıkacını kalınlaştırarak spermin rahim içine girmesini engeller, rahim içi zarını inceltirler.
Haplar kadında doğal olarak bulunan kadınlık hormonlarından ikisini (östrojen ve progesteron) içerir.
Haplar ağızdan alınır, 21 ile 25 gün kullanılanları vardır.

• Her gün düzenli alınması gerekir.
• Doğru kullanıldığında çok etkilidir.
• Adetin ilk beş günü içinde, tercihen ilk günü alınmaya başlanmalıdır.
• Adet öncesi gerginliği ve adet sancılarını önler.
• Rahim ve yumurtalık kanserlerine karşı koruyucudur.
• Adet kanamalarının miktarını azalttığından bu nedenle oluşabilecek kansızlığa karşı koruyucu etkileri vardır.
• Cinsel yolla bulaşan enfeksiyonlardan (HIV/AIDS, hepatit-B, frengi, bel soğukluğu, klamidya gibi) korumaz.
• 35 yaş ve üstünde olup, sigara içen kadınlar hapla korunacaksa sigarayı bırakmalıdır.
• Anne sütünün miktarını azalttığı ve yapısını değiştirdiği için emzirirken kullanılmaz.
• Bırakıldığında ertesi ay doğurganlık geri döner
• Genç ve sağlık problemi olmayan bayanlar için ideal bir seçenektir.
• Son yıllardaki araştırmalara göre 5 yıldan fazla kullanılması ise çok uygun değildir.

Hapların alınması unutulursa ne yapılmalı?

Bir hap unutursanız;
Kaçıncı hap olduğuna bakmaksızın unuttuğunuz hapı hatırladığınızda hemen için ve o günün hapı dahil diğerlerini her gün almaya devam edin. Bir sorun olmayacaktır.
Birden fazla hap unutursanız;
Unuttuğunuz haplardan birini hemen alın, diğerlerini paketten atın, kalanları her gün almaya devam edin.
Unutulan haplar 2 – 4 adet ve ilk yedi günün haplarındansa yedi gün süreyle ek olarak bir bariyer yöntemle gebelikten korunun. Bu arada cinsel ilişkide bulunduysanız cinsel ilişki sonrası korunma uygulamanız gerekir.
Yedi günlük ek korunma, hangi günlerde olduğuna bakılmaksızın beş ya da daha fazla hormon içeren hap unutulduğunda da gereklidir. Bu durumda hap içmeyi unuttuğunuz günlerde cinsel ilişkide bulunduysanız cinsel ilişki sonrası korunma uygulamanız gerekir.
Beş ya da daha fazla hap unutulması halinde ya da unutulan haplar daha az sayıda ancak 14-21. günün haplarındansa ara vermeden yeni bir pakete başlamalısınız. Bu durumda 28 haplık paketlerden kullanıyorsanız, hormon içermediklerinden son yedi hapı atarak yeni pakete başlamanız gerekir.
28 haplık paketlerden kullanıyorsanız, son yedi hap hormon içermediğinden unutulması sorun yaratmaz. Unuttuğunuz hapları atıp kaldığınız yerden devam edebilirsiniz.
İğneler ise aylık ya da 3 aylık iki ayrı formdadır. Enjeksiyon iğne tipine göre her ay, ya da 3 ayda bir kas içine yapılarak uygulanır. Kullanımları bırakıldığında doğurganlık geri döner. Genel özellikleri haplara benzerdir. Hap kullanamayan kadınlar için iyi bir seçenek olabilir.
Hormonların hap ya da iğne şekilleri olduğu gibi kolun iç kısmına yerleştirilen ve kibrit çöpü büyüklüğünde silikon çubuklar şeklinde olanları da vardır. Kadında doğal olarak bulunan kadınlık hormonlarından yalnızca birini (progesteron) içerirler. Mekanizmaları haplara benzerdir.
Türüne göre üç ya da beş yıl boyunca gebelikten korur. Çok etkilidirler. Gebelik şüphesi olmayan herhangi bir günde, tercihen adetin ilk yedi günü içinde uygulanır. Adet kanaması miktarında azalma, ara kanamalar ve lekelenmeye neden olabilirler. Anne sütünü etkilemediği için emziren kadınlar da kullanabilir.Yine Cinsel yolla bulaşan enfeksiyonlardan (HIV/AIDS, hepatit-B, frengi, bel soğukluğu, klamidya gibi) korumazlar.
Hormonal yöntem kullanmadan önce mutlaka bir muayeneden geçip hangi yöntemin nasıl kullanılacağı hekim ve çift tarafından kararlaştırılmalıdır.
Koruyuculuk oranları doğru kullanıldıklarında % 100’e yakındır.

5Tüplerin (kanalların) bağlanması –Cerrahi yöntem

Kadınlarda yumurtanın geçtiği rahim kanallarının kapatılması ya da bağlanması işlemidir. Genellikle laparoskopi ile yapılan küçük bir ameliyat gerektirir. Böylece sperm ve yumurtanın karşılaşması engellenir.
Geri dönüşü olmayan bir yöntemdir. Herhangi bir şekilde adet bozukluklarına ya da hormonal değişime, cinsel istek azalmasına neden olmaz. Bir daha çocuk sahibi olmak istemeyen çiftler tercih etmelidir.
Eğer çiftler daha sonra fikirlerini değiştirip tekrar çocuk sahibi olmayı arzu ederlerse tüp bebek yöntemiyle gebe kalmaları oldukça kolaydır.
Dünya çapında, cerrahi müdahale ile 200 milyondan fazla çift korunmaktadır. Türkiye’de, 1983 yılı sonrasında erkek ve kadın için cerrahi sterilizasyon (vazektomi ve tüp ligasyonu), reşit yaştan sonra kişinin isteğine göre yapılabilmektedir. Bu işlem uygulanmadan önce, kadın veya erkeğin, cerrahi işlemin kalıcı olduğu konusunda uyarılması gerektiği için, genelde doktorlar “Gönüllü Cerrahi Sterilizasyon” deyimini kullanırlar ve yazılı onay gerekir.

6. Vazektomi (erkekte sperm kanallarının bağlanması)

Vazektomi, erkeklerin testislerinde depoladıkları sperm hücrelerinin, cerrahi müdahalelerle kalıcı olarak geçişlerinin engellenmesi işlemidir.
Bu yöntem uygulandığında, kanalların eski haline getirilmesi neredeyse mümkün olmadığı için, çocuk yapmayı tamamen düşüncelerinden silmiş olanlar için uygulanan bir yöntemdir. Bu uygulamada, ameliyat sonrası geçen 3 aydan sonra, koruyuculuk devreye girmektedir.
Ayrıca ameliyat sonrasında geçen sürede, en az 20 kez erkeğin boşalması gerekebiliyor. Bu yöntem uygulandığında, ilişki için herhangi bir sorun olmamaktadır. Erkek cinsel ilişkide aynı duyarlılığa sahip olur ve boşalma sırasında çıkan sıvının görünüşünde, cinsel duyarlılık ve heyecanlarda herhangi bir farklılık gözlenmez.
Ayrıca, cerrahi işleme bağlı riskleri de çok azdır.
ABD’de ve bazı ülkelerde uygulanmakta olan “gebelik sonlandırma hapı”nın yakın bir gelecekte ülkemizde de kullanılmaya başlanması muhtemeldir.
Ancak oluşan bir gebeliği sonlandırmak asla bir korunma yöntemi olmadığı gibi halihazırda da ülkemizde bunun tek yolu kürtaj yöntemidir.
Herşeye karşın tüm korunma yöntemlerinin kullanılmasına rağmen oluşan gebeliğin sonlandırılması yani kürtaj da son adetten itibaren 10. haftaya kadar yasal bir haktır.

Genital Siğiller

HPV Enfeksiyonu  nedir? 

     HPV ya da diğer adı ile Human papilloma virus enfeksiyonu cinsel yol ile bulaşan ve genital siğil olarak bilinen kondilom’ ların oluşmasından sorumlu olan viral bir enfeksiyon olup mutlaka ciddiye alınmalıdır.Son yıllarda özellikle gençler arasında ülkemizde de giderek artan bir sıklıkta görülmektedir.Genital siğil şikayeti ile tedavi için başvuranlarda da önemli artışlar gözlenmektedir.
Genital siğiller ,HPV virüsü enfeksiyonu hem kadında hem de erkekte daha sıklıkla genital bölgede, makat etrafında ve nadiren de ağızda oluşur.Bu siğiller veya diğe adı le kondilom yapıları  Human Papilloma Virus (HPV) enfeksiyonu sonucu oluşan  karnıbahar görünümünde, bazen tek , bazen çok sayıda, bazen topluiğne başı kadar ufak, bazen de 4 cm çapına (ender durumlarda çok büyük çaplı ) erişebilen ağrısız kitleler ve papiller oluşumlardır.
HPV Nasıl Bir Virüstür?

      HPV (Human Papilloma Virus) cinsel bölgede ve deri ile  mukozalarda enfeksiyon yapan ve condyloma acuminatum ( kondiloma aküminatum, kondilom, kondülom, kondiloma) adı verilen siğil şeklinde kitlelerin oluşumuna neden olan bir çeşit virüstür. Birçok virüs hastalığında olduğu gibi HPV virüsü  de bir kez vücuda girdiğinde hücreler içinde yerleşir ve zaman zaman alevlenmelere yol açarak tekrarlayan enfeksiyonlar oluşturur. Bu yüzden HPV enfeksiyonu kesin tedavisi olmayan bir hastalık olarak kabul edilmesine rağmen son yıllarda bazı tiplerinin 4-5 yıl gibi bir sürede vücuttan atılabildiği ve enfeksyonunda kaybolabildiği sanılmaktadır.

     HPV’nin şu an bilinen ve sınıflanan  100’e yakın alt tipi vardır. Bunların bir kısmı sadece üreme sisteminde enfeksiyona neden olurlar ve bunlara genital HPV adı verilir. En sık  HPV tip 6 ve 11 genital siğillere neden olmaktadır. Fakat HPV tip 16,18, 31,33 , 35 ve 52 rahim ağzında hücresel değişikliklere yol açmaktadır. Rahim ağzı kanseri tanısı konmuş kadınların % 95’inde HPV virüsü  saptanmaktadır. Kadın kanserleri içinde ön sıralarda yer alan rahim ağzı kanserinin (serviks kanseri)  en önemli, hatta belki de tek nedeni HPV enfeksiyonudur. Bu sebep dolayısı ile HPV virüsü ve meydana getirdiği genital siğiller tespit edildiğinde mutlaka tedavi edilmeli ve  hastalar doğru bir şekilde yakından takip edilip smear testi ve gerektiğinde kolposkopik incelemeleri yapılmalıdır. Şu da bir gerçektir ki, HPV virüsünun bir sonucu olan genital siğil (kondilom) varlığında bu virüsün bulaştırıcılığı çok fazladır ve bu kondilomların yakılması ile virüs çoğu kez bulaştırıcılığı azalarak nekahat dönemine girer.


HPV virüsü ve kondilom nasıl bulaşır? Genital siğil nasıl oluşur?

       HPV cinsel yolla bulaşan hastalık olup en sık görülenidir. Cinsel  bölgeyi enfekte eden HPV’ler temas yolu ile kolayca yayılırlar. HPV’nin bir kişiden diğerine bulaşması için mutlaka tam bir ilişki olması gerekmez. Enfekte olan cilt bölgelerinin birbiri ile teması ile de hastalık bulaşabilir.Tam bir cinsel ilişki olmadan dışarıdan “sürtünme” yolu ile gençlerde de sıklıka bulaşabilmektedir.
Virüsün kuluçka süresi değişkendir.HPV tipine göre kuluçka süresi değişir. Bazı HPV tiplerinde kuluçka süresi 1-2 ay iken bazı HPV tiplerinde yılları bulabilmektedir. Bulaşma olduktan sonra bulgular bazen birkaç ay bazen de birkaç yıl sonra ortaya çıkabilir. Hatta bazen virüs yıllarca hiçbir bulgu vermeden vücutta kalabilir.Hastaların büyük bir kısmında 2-6 ay içinde belirti verir.Aktif genital lezyonların varlığında bulaşıcılık en yüksektir. Siğiller ortaya çıkıp tedavi edildikten sonra yeniden siğil çıkmadan geçen dönem ne kadar uzunsa bulaştırıcılık da o oranda azalmaktadır.
Kondilomların bulaşması  genital HPV hastalığı taşıyan bir bireyle girilen her türlü cinsel ilişki ile bulaşabilir. Virüs, ilişki sırasında ciltte ortaya çıkan mikroskopik yırtıklar ve sıyrıklar vasıtası ile ciltten cilde temas yolu ile bulaşır. Virüsün erkek menisi içinde de saptanması vücut sıvılarının teması yolu ile de bulaşabileceğini düşündürmektedir. Virus ile temas eden herkeste enfeksiyon bulguları ortaya çıkmaz, ancak kondülom ortaya çıkan bireylerin % 60-90’ının partnerinde de virüs olduğu saptanmıştır. Virüs bir kere vücuda girdikten sonra uzun yıllar sessiz kalabilir. Cinsel yönden aktif olan herkeste görülebilir ve bir çok cinsel aktif kişi  HPV virüsü için taşıyıcı “portör” olabilir.

HPV- Genital Siğil ,Kondilom  belirtileri  nelerdir?

•  HPV ile temas ve bulaşma olduktan sonra mutlaka hastalık ortaya çıkmaz. Aslında çoğu kişide HPV vücudun kendi savunma sistemi tarafından etkisiz hale getirilir. Bir başka olasılık da virüsü alan kişide uzun süre hiçbir belirti ortaya çıkmamasıdır. Kişi yıllarca  hiçbir yakınma ortaya çıkmadan yaşayabilir. Ancak bu durum hastalığı yaymasına engel değildir ve ilişkide bulunduğu kişilere hastalığı bulaştırabilir. Bu durum  sessiz enfeksiyon olarak adlandırılır.Genital siğil oluşumuna sebep olan HPV virüsünü hiç bir belirti vermeden taşıyan kişilere de “portör” adı verilmektedir.

•  Genelde dış genital bölgede küçük siğiller ortaya çıkar. Bunlar kişinin kendisi tarafından görülebilir ya da elle hissedilebilir. Siğiller yumuşak,ciltten hafif kabarık, pembe-beyaz renkli, karnıbahar benzeri oluşumlardır. Tek ya da grup halinde olabilirler. Zaman zaman dışarı kabarık olmayıp düz olarak bulunurlar. Nadiren vajina içinde, makat çevresinde görülebilirler. Anal yada oral seks sonrasında ağız içi ve makat içinde de siğiller ortaya çıkabilir. Bazı durumlarda vajina içinde ve rahim ağzı üzerinde de siğiller olabilir. Kondilom da ağrı olmaz, fakat ara  kaşıntı ve yanma görülebilir. Bazen hasta gözle fark edemeyebilir ve genellikle rahatsızlık veren kaşıntı bazen tek belirti olabilmektedir.

     Tedavi edilmediği taktirde siğiller hiçbir değişikliğe uğramadan uzun bir süre kalabilir, ancak bu davranışları oldukça nadirdir. Genelde sürekli olarak büyüme ve yayılma eğilimleri vardır. Kondilom ile birlikte başka bir vajinal enfeksiyon varsa bu büyüme genelde daha hızlı olur. Çoğunlukla vücudun nemli ve sıcak bölgelerine doğru yayılma gösterir. Eğer vajina ve makat civarında anormal renk ve şekil değişiklikleri ile daha önce olmayan anormal kabarıklıklar görülürse, genital bölgede kaşıntı, yanma ve kanama varsa, partnerde kondilom var ise ya da daha önceden geçirmiş ise mutlaka bir jinekolojik muayeneden geçmek gerekir. 

•  HPV enfeksiyonları virüsün türüne bağlı olarak rahim ağzını oluşturan hücrelerde displazi adı verilen kansere değişebilecek bazı değişimlere neden olabilir. Pap smearde hücrelerde koilositoz saptanır. Düşük riskli tipteki virüsler genelde PAP smearda ortaya çıkan ASCUS , CIN  (Cin 1, CİN 2, CİN 3 ) ve SIL gibi değişimlere neden olurlarken yüksek riskli tipler uzun dönemde rahim ağzı kanserine neden olabilirler. Bu nedenle HPV tiplendirilmesi çok önemlidir. Genetik laboratuvarlarında HPV DNA tiplemesi günümüzde kolaylıkla yapılmaktadır.

•  Rahim ağzı kanseri tüm dünyada kadınlarda görülen kanserler arasında 2. sırada yer alır ve öldürücü bir kanserdir. Buna karşın kanser türleri arasında önlenebilir olması açısından ayrı bir öneme sahiptir. Serviks kanserini önlemenin tek ve en basit yolu düzenli aralıklarla yapılan pap – smear testleridir. Smear testinde CIN yada SIL olarak tanımlanan anormallikler saptandığında kolposkopi ile biopsi yapılarak tanı kesinleştirilir. Daha sonra hastalığının derecesine göre rahim ağzındaki değişime uğramış bölge LEEP yada konizasyon adı verilen basit ameliyatlar ile çıkartılır ve daha sonra düzenli kontrollere başlanır. CIN yada SIL’in ileri evre olması durumunda eğer kişi ailesini tamamlamış ve başka çocuk istemiyorsa ya da 40’lı yaşlar civarındaysa rahimin alınması (histerektomi) da bir diğer tedavi yöntemidir. Bu kararlar hastanın yaşına, hastanın ailevi-sosyal durumuna ve rahim ağzındaki anormal değişimlerin derecesine ve ciddiyetine göre verilir.
HPV  tanısı  nasıl ve ne şekilde konur?

     Genital siğiller in görülmesi hem erkekte hem de kadında HPV tanısını koydurur. Bazen bazı asit içeren solüsyonlar uygulanarak ciltteki renk değişikliklerinden siğil olup olmadığı anlaşılabilir. Dıştan görünen herhangi bir lezyonun olmadığı durumlarda rahim ağzının büyüteç benzeri kolposkop adı verilen bir cihaz ile incelenmesi ile tanı konabilir.En küçük şüphede lezyondan alınacak küçük bir parçanın patolojin incelenmesi tanıyı kesin koydurur. Fakat genellikle lezyonlar çok tipil olduğundan hekimin göz ile muayenesi HPV, genital siğil tanısı koydurmakta yeterlidir.
HPV’nin neden olduğu rahim ağzındaki değişimler ise rutin yapılan PAP smear testlerinde saptanır. Pap smear (rahim ağzı kanseri taraması)  testi ömür boyunca 6 ayda bir yapılmalıdır.
PAP smearda HPV’ye bağlı olduğu düşünülen değişimler ( özellikel koilosit hücreleri ve koilosit görünümü) saptandığında aynı materyal içinde HPV’ye ait DNA incelemeleri yapılarak HPV varlığı ve hangi tip HPV bulunduğu saptanabilir. Örneğin rahim ağzı kanserlerinin % 50’sinde HPV tip 16 saptanmaktadır. DNA tiplemesinde HPV tip 16 bulunduğunda bu kadında ömür boyu çok yakın takipler yapılması gerekir.

Kondilom tanısı konan kişilerin partnerleri de mutlaka muayene olmalı ve gerekir ise genital  siil için tedavi edilmelidir. Çünkü tedavi edilmemiş bir eş enfeksiyonun sürekli yeniden bulaşmasına neden olabilir. Erkeklerde ise belirti vermeyen HPV’nin saptanması mümkün değildir. Erkeklerdeki sessiz enfeksiyonu saptayabilecek  maalesef bir test yoktur!.

HPV kan dolaşımına geçmediği için kanda bu virüsü saptamak mümkün değildir.Yani sanılanın aksine HPV tanısını bir kan testi ile koymak mümkün değildir ve HPV-genital siğil ‘e özgün bir kan testi incelemesi yoktur…

Gebelik , hamilelik  sırasında HPV enfeksiyonunun önemi nedir?

    Gebelik döneminden önce varolan yada gebelikte yeni çıkan genital siğil,  kondilom kitlelerinin aşırı büyümesi bazen doğum kanalının tıkanmasına neden olur ve vajinal yolla normal doğum imkansız hale gelir.

Diğer bir istenmeyen durum da bebeğin doğum eylemi esnasında doğum kanalından geçerken doğum kanalındaki HPV’yi kapması sonucu meydana gelir. Virüsün bulaşması bebeğinin larinksinde (ses tellerinin bulunduğu organ) papillomlar (ufak kitleler , laringeal papillomatozis) oluşmasına neden olabilir. Bu nedenle kondilom varlığında ve kondilom öyküsünde hamilelere doğumun  sezeryan ile yapılması önerilir.

HPV’nin tedevisinde diğer enfeksiyonlarda olduğu gibi ağızdan alınan bir ilaç, krem veya aşı ile kesin bir tedavisi bugün için yoktur. Virüs bir kez vücuda girdiği zaman bağışıklık sisteminin gücüne ve virusun etki gücüne göre  yıllarca (bazı bilgilere göre virüs tipine bağlı olmak üzere 6-8 yıl), hatta ömür boyu  vücut içinde sinsi bir şekilde kalır. Bununla birlikte ortaya çıkardığı lezyonlar  yani siğiller (kondilom) mutlaka zaman kaybetmeden tedavi edilmeli ve yakılmalıdırlar.

Amaç, tedavi ile virüsün hızla yayılmasını ve  bulaşmasını engellemek ve aynı zamanda virüsün oluşturmuş olduğu siğiller yani kondilomların yok edilip cinsel organın sağlıklı ve hijyenik duruma getirilmesidir.

Genital Siğil Tedavisi Ne Kadar Başarılıdır?

    Kondilom yani genital siğiller kesinlikle  ihmal edilmemesi ve hafife alınmaması gereken bir hastalıktır. Tedavi ile virüsü yok etmek mümkün değildir, fakat siğillerden kurtulmak mümkün olabilmektedir. Tedavi sadece siğilleri ortadan kaldırır ve hızlı olan bulaştırcılığı , yayılmayı durdurur. Pek çok vakada tek sefer tedavi yeterli olmamakta en az 2 seans gerekmektedir.Tedavinin başarısı kondilom lezyonlarının yaygınlığına ve HPV tipine bağlıdır Tedavide tıbbi ve cerrahi yaklaşımların ikisi de uygulanabilir fakat tercih genellikle cerrahi işelm olmaktadır (yakma,dondurma lazer gibi..). Tedavinin ne şekilde olacağına dair karar siğillerin yaygınlığına, yerleşimine göre tedavi sırasında kadın doğum uzmanı tarafından verilir.

      Kondilomda tıbbi tedavi olarak dıştan sürülen bazı ilaçlar kullanılabilir, ancak bu uzun süreli ve zahmetli bir tedavidir ve nüks yani tekrarlama ihtimali fazladır. Büyük ve fazla lezyonlara, vajina içine doğru yayılmış kondilomlara  lokal ilaç ve krem tedavisinin fazla bir etkisi olmaz. Çoğu ilaç hasta tarafından değil hekim tarafından uygulanmalı ve direk lezyonun üstüne tatbik edilmelidir. Normal dokuya temas ettiğinde pek çok ilaç tahribata neden olur. Bu nedenle son derece dikkatli uygulama gerekir. Lokal uygulanan ilaçların,lokal  ayni bölgesel yan etkileri de fazladır.

Genital Siğil Tedavisinde En Çok Hangi Yöntemler Kullanılır?

     Genital siğilin cerrahi tedavisinde en çok uygulanan ve başarılı olan yöntem lezyonun yakılması ya da dondurulmasıdır. Burada amaç lezyonun tahrip ve yok  edilmesidir. Dondurma işleminde (kriyoterapi) sıvı nitrojen yada karbondioksit kullanılır. Yakma işleminde ise  elektrokoter uygulanır.Lazer cerrahisi de siğllerde başarı ile uygulanmaktadır. Bazı büyük lezyonlar cerrahi olarak çıkarılmayı gerektirebilir. Dondurma hariç diğer cerrahi işlemler için lokal yada tercihen genel anestezi uygulanır.

Kondilom tedavisinin amacı  sadece görünen lezyonları ortadan kaldırmakla sınırlıdır. HPV enfeksiyonu kronik seyreder ve kitleler ortadan tümüyle kalksa da hücrelerin içinde gizli bir şekilde yaşamını sürdüren virüsler sayesinde bulaştırıcılık daha düşük de olsa devam eder. Tedavi sonrası yeniden siğiller ortaya çıkarsa tekrar tedavi edilmeleri gerekir. Nüks (tekrarlama eğilimi) virüsün genetik tipine bağlı olarak görülmektedir. Bazı HPV tiplerinde nüks yani tekrar daha sık görülmektedir.Genital siğilleri tedavi ile yok ederek HPV virüsünün bulaşıcılığı ve yayılması azalmaktadır.

      Bazı kişilerde siğil ortaya çıkıp tedavi edildikten sonra bir daha ömrü boyunca yeni siğil çıkmaz. Bazı kişilerde ise sık aralıklarla siğiller çıkar. Kişiler arasında bu derece fark olmasının nedeni büyük olasılıkla bağışıklık sistemleri arasındaki farklılık ve virüsün etki gücüdür. Bu sebepten dolayı tedavi sonrası bağışıklık sistemini güçlendirici ilaçlar ve doktorun önerileri önemlidir.Ülkemizde de bağışıklık sistemini güçlendiren ilaçları her ne kadar temin etmek mümkünse de seçenekler sınırlıdır.

HPV Tedavisi Ve Pap Smear Kontrolu..

      Pap Smear testi mutlaka yapılmalısır. Pap simir testinde rahim ağzında HPV ye bağlı tipik olan “koilosit” hücrelerinin görülmesi çok önemlidir. Pap smear testinde saptanan ve biopsi ile kesinleşmiş displazi varlığında ise hastalığın şiddeti ve hastanın yaşına göre LEEP, konizasyon ya da rahimin alınması gibi tedaviler uygulanabilir. Çoğu zaman hafif displazi varlığında LEEP tedavi için yeterli olmaktadır. LEEP sonrası doğurganlıkta bir değişiklik ortaya çıkmamaktadır.LEEP işlemi deneyimli hekimler tarafından yapılmalıdır.

HPV’ den, genital siğil den korunma nasıl yapılmalıdır? HPV ve koruyucu hekimlik..

• HPV virüsü oral ve anal seks de dahil olmak üzere her türlü cinsel ilişki, sürtünme yolu ile ilişki  ve ciltten cilde temas yolu, ile de kolaylıkla bulaşabildiğinden cinsel yönden aktif olan kadın yada erkek herkes HPV enfeksiyonları açısından risk altındadır.
• Yaşamının herhangi bir döneminde, geçmişte birden fazla partneri olanlar, partneri daha önceden birden fazla kişiyle ilişkide bulunmuş kişiler, cinsel yaşantısı erken yaşta başlayanlar ve kendisinde yada partnerinde  cinsel yolla bulaşan hastalık öyküsü olanlar yüksek riskli guruptur.
• HPV ve diğer cinsel yolla bulaşan hastalıklar çoğu zaman bir arada bulunurlar. Bu nedenle başka bir cinsel yolla bulaşan hastalık varlığında beraberinde HPV’ de bulunabileceği akıldan çıkartılmamalıdır ve bu konuda da araştırma yapılmalıdır.
• Kondom yani prezervatif HPV’ye karşı her zaman tam koruma sağlamaz. Çünkü enfeksiyon prezervatifin kapladığı alan dışında da bulunabilir ve ciltten cilde temas ile bulaşabilir.
• HPV’den korunmanın en etkili yolu riskli kişiler ile birlikte olmamaktır.Fakat erkeklerin büyük bir kısmında HPV belirti vermediği ve kondilom, genital siğil gözlenemediği için taşıyıcı olabildiklerinden dolayı pek mümkün olmamaktadır. Yine de riskli cinsel ilişkilerden ve genital siğil varlığı veya şüphesi durumunda cinsel ilişkiden kaçınmak gerekir.
• Herhangi bir kadında rahim ağzı hücrelerinde değişim saptanması yada genital siğil olması kanser gelişeceği anlamına gelmez. Aslında genital siğile neden olan HPV türlerinin rahim ağzında değişime yada kansere neden olması nadirdir. Rahim ağzı kanserlerinin yarısından sorumlu olduğu bilinen HPV tip 16 varlığı bile mutlaka kanser gelişeceği anlamına gelmez. Sadece artmış risk söz konusudur ve yakın takip gereklidir. HPV DNA tiplemesi ile HPV virüsunun genetik tipini kolaylıkla belirlemek mümkündür.
• HPV enfeksiyonu taşıyan bir kişiyle ilişkide bulunmak da mutlaka o kişide de enfeksiyon ortaya çıkacak anlamına gelmez. Burada kişinin bağışıklık, immun sistemi çok büyük önem taşır. Kişiler arası farklılıklar nedeni ile bazı kişilerde bağışıklık sistemi virüsle mücadele edebilir ve ortadan kaldırabilir, virüs hiç bulaşmayabilir. Ancak yapılan araştırmalar aktif enfeksiyonu olan bir kişi ile ilişkiye girenlerin %60’ında ilk 2- 3 ay içinde enfeksiyon bulgularının ortaya çıktığını ortaya koymaktadır.
• HPV alt tiplerinden bazıları hücrelere olan etkileriyle hücrelerin kendi kendine hızla ve kontrolsüzce çoğalabilen hücrelere dönüşmesine neden olmaktadır. Hücrelerin kontrolsüzce çoğalma özelliği kazanması ise hücrelerin bulunduğu dokuda kanser oluşumu riskini beraberinde getirmektedir. Serviks, vagina ve vulva kanserlerinin gelişiminde HPV’nin bu onkojen (kanser yapıcı) alt tiplerinin çok önemli bir rolü olduğu düşünülmektedir. Bu etkiler uzun vadeli etkilerdir ve ancak onkojen etkiye sahip HPV alt tipleri tarafından  başlatılırlar.
• HPV aşışı ( Rahim Ağzı Kanseri Aşısı, GARDASİL) kesinlikle vücutta var olan veya ortaya çıkmış siğilleri ve virüsü yok etmez, tedavi etmez, tedavi amaçla da kullanılmaz. Aşı, sadece ileriki dönemde  alınabilecek virüs tiplerinin (sadece 4 tane virüs tipini) vücuda alınmasını engellemek yani koruyucu amaçlıdır. Bu nedenle 9-26 yaş arasında olan ve cinsel ilişkide bulunmamış olan bakire genç kızların rahim ağzı kanseri aşı programına aileleri tarafından alınması çok önemlidir. Gardasil adı altında piyasada mevcut olan aşı programının kadın doğum ve çocuk doktorları tarafından desteklenmesi bu virusa bağlı görülen rahim ağzı kanseri vakalarının yıllar içinde azalmasını sağlayacaktır.Ülkemizde de bulunan fakat sosyal güvenlik tarafından kapsam dışı olan bu aşının ergenlik dönemindeki genç kızlara yapılması , rahim ağzı kanseri aşısından önemli bir koruyucu hekimlik oluşturacaktır.

Bağışıklık sistemini uyaran krem nedir? Lokal tedavi ne şekilde yapılır?

    Hastaların kendisi tarafından belirli aralıklarla genital siğillerin üzerine uygulanan bu krem bağışıklık sistemi düzenleyiciler olarak adlandırılan bir ilaç sınıfına dahildir. Ancak bu kremin insanlarda dış genital bölgede görülen siğillerin ortadan kaldırılmasında gösterdiği etkinin mekanizması tam olarak bilinmemektedir. İlacın bağışıklık sisteminde bazı maddelerin üretimini arttırarak virüslerin neden olduğu lezyonları gerilettiği düşünülmektedir.  Uzun süredir var olan ve büyük siğillerin varlığında tedavinin başarısı düşmektedir. Vajina içinde çıkan siğillerde ve gebelikte uygulanması sakıncalıdır.

En sık görülen yan etki kremin uygulandığı alanda kızarıklık, yanma ve kaşıntıdır. Hastaların % 67’sinde kızarıklık görülürken, % 32’sinde kaşıntı, % 26’sında ise yanma ortaya çıkmıştır. Bunların yan ısıra krem uygulanan bölgede şişlik, kabuklanma, sertleşme ve hatta yara ortaya çıkabilir. Tekrarlaması durumunda yeniden krem kullanımı ile ilgili araştırma olmadığında böyle bir durumda yeniden kullanılması önerilmez. Benzer şekilde vajina içindeki siğillerde yapabileceği yan etkilerden dolayı  kullanılması da önerilmemektedir.

Histerektomi

Histerektomi nedir?

Histerektomi ve Her İki Yumurtalığın Alınması: Menapoza yaklaşan kadınlarda tedavi edilemiyen adet problemleri,myomlar vs nedenlerle rahim alınmasına histerektomi ismi verilmektedir.
Her iki yumurtalığın alınması anlamına gelen bilatarel salpingooferektomi, gelecekte oluşabilecek yumurtalık kanseri riskini ortadan kaldırmak için ve uzun vadede ağrı yapabilecek nedbe dokusu oluşumunu engellemek için yapılır.

Rahim.yumurtalık yolları-Fallop Tüpleri-,yumurtalıkların çıkarıldığı iki işlem bir ameliyatta yapılır.Vagina tepeden kapatılır, boyu değişmez. Operasyon genel yada epidural anestezi altında yapılır ve ortalama 1 saat kadar sürer.

Ameliyat öncesi idrar torbasına sonda yerleştirilir ameliyatın bitmesinden problemli vakalarda  dren konarak küçük kanamaların dışarıya atılması sağlanabilir.

Ortalama hastahanede kalma süresi 3-5 gün kadardır. HRT tedavisine başlanabilir. Operasyon sonrası cinsel ilişkide bir sorun yaşanmaz.

Rahim Alınması Ameliyati
(Histerektomi)

Histerektomi rahim alınması operasyonudur. (Yunanca, hystrea: rahim, ektome: kesme.) Eger rahimde kanser, siddetli bir endometriyosis, myom varsa veya alt karında rahmin komsu organlara yapismasi gibi bir durum ortaya çikmissa, çok agir ve kontrol edilemez kanamalar mevcutsa veya rahim düşmüş ve vajinadan dişarı tasıyorsa histerektomi uygulanmasi gerekir. Histerektomiyi gerektiren baska durumlar da vardir.Menopoz sonrasi veya menopoza yakin yasi olan kadinlarda genellikle beraberinde yumurtaliklar da alinir. (bilateral salpingo oferektomi-BSO) Eger yas 40’in altinda ise ve yumurtaliklarda gözle görülen sorun yoksa en azindan biri birakilir.

Hangi durumlarda rahim çıkartılması ameliyatı yapılır?

Uterus (rahim) myomlari: Histerektomi için en önde gelen neden uterusun (rahimin) myomlaridir. Endikasyonlar hastanin yasi ile ilgili olarak degisir. Uterus (rahim) myomlari kadınlarda en sık karsılasılan iyi huylu tümörlerdir ve bu yüzden histerektomilerin çok genis bir bölümünden sorumludurlar. Myomlar için histerektomi uygulanması kararı genellikle anormal kanama, pelvik ağrı veya bası gibi şikayetlerin tedavi gerekliliğine dayanmaktadır.

Düzensiz kanamalar,disfonkisyonel kanama: Histerektomilerin % 20’sinde endikasyon hormonal nedenlere bagli düzensiz kanamalardir. Bu tür hastalarda ilaç tedavisi etkili olmazsa veya hasta ilaç tedavisini kabullenemezse ameliyat düsünülür.

Adet ağrılarının şiddetli olmasi(geçmeyen inatçi dismenore): Adet agrilari hastanin günlük yasamini sekteye ugratiyorsa,ilaç tedavisi basarili olmazsa ve hasta çocuk dogurmak istemiyorsa histerektomi düsünülebilir.

Kasik agrılari, rahim sarkmasi, kanser öncesi belirtiler: Rahimden kaynaklandığı düşünülen kasık agrilari, rahim agzinda görülen kanser öncüsü lezyonlar, rahimin sarkması olgularında histerektomi yapilabilir.

Doğum kompliksyonlari,Doğumda acil durumlar: Acil histerektomiler daha ziyade dogumla ilgili komplikasyonlarda uygulanır. Dogum sonrasi rahim kanamasinin durdurulamamasi (atoni), tamir edilemeyen rahim yırtıkları, bebeğin eşinin-plasentanin ayrılmaması (plasenta acreata ve inkreata) olgularında gerekli olabilir.

Diğer sebepler; Endometriozis (Rahim içinde bulunmasi gereken rahim içi zarının rahim disinda bulunmasi), rahim ve yumurtalık kanseri, iyi huylu yumurtalık tümörlerinde histerektomi yapilabilir. Rahim ve yumurtalıkları tutan ciddi enfeksiyon ve abse gelişiminde histerektomi gerekebilir.

Histerektomi (rahim ameliyati )kararı nasıl verilir? Bu süreçte hastanın bilgilendirilmesi gereken noktalar nelerdir?

Histerektomi ( rahim alinmasi ameliyati)karari hasta ve doktorun birlikte vermesi gereken bir karardir. Bir çok hasta için histerektomiye gidis karari çok ani olabilir. Hastalar anestezinin ve cerrahinin potansiyel riskleri ile karsilasirlar. Hasta eger menopoz öncesi dönemde ise adet görme ve çocuk dogurma yeteneginin kaybiyla da buna adapte olmak zorunda kalir. Birçok kadinin ilgilendigi nokta ameliyatin hastanin disiligini kaybetmesine, cinsel doyumu azaltmasina ve kocasi ile arasindaki problemlerin artmasina neden olup olmayacagidir. Üreme organlarinin kaybina iliskin üzüntü diger karin içi organlarinin kaybina göre fazladir. Hastanin ameliyattan sonra kendini kötü hissetme olasiligini en aza indirmek için ameliyat öncesi bilgilendirme ve hastayi hazirlamak önemlidir.

Histerektomi , rahim alinmasi amelyati için kullanilan cerrahi teknikler nelerdir?

Rahim karinda yapilan bir kesiden veya vagenden karina hiç kesi yapmadan çikarilabilir. Histerektomilerin yaklasik %80’i karin kesisi ile yapilmaktadir.(total abdominal histerektomi-TAH) Genellikle bu yöntem daha fazla ameliyat sonrasi agriya ve daha uzun hastanede kalmaya neden olur. Genellikle zor vakalar bu yöntemle yapilir. Eger büyük bir rahim veya yumurtalik tümörü veya kanseri varsa karindan girmek gereklidir. Birçok doktor zaten bu tür müdahaleyi tercih eder, çünkü karindaki organlar daha iyi görülür. Vajinadan girilerek yapilan histerektomi genellikle rahim sarkmasinin düzeltilmesi gibi durumlarda tercih edilir.

Histerektomi 3 türlü yapilir;

* Total histerektomi (Rahmin tamami çikarilir): Rahim ve serviks (rahim kanali ve agzi) birlikte çikarilir.

* Radikal histerektomi (bazi kanser türlerinde yapilir): Uterus, serviks, destekleyen baglari, vagenin üst kisimlari ve bazi lenf bezleri çikarilir.Kanser ameliyatlarinda uygulanir.

* Subtotal histerektomi (kismi histerektomi) : Sadece rahimin gövde kismi çikarilir. Serviks (rahim kanali) yerinde kalir. Eskiden siklikla yapilan bir operasyon olmasina ve son yillarda yeniden popülarite kazanmis olmasina ragmen pek tercih edilen bir yöntem degildir.Rahim agzinin birakilmasi kadini ilerde bu bölgeye ait problemlerin riskine sokar.

Histerektomi (rahim alinmasi ameliyati)uygularken operatör siklikla alt karinda yatay olarak kasik tüylerinin hemen üstünde yada nadiren dikey olarak göbekten tüylerin hizasina kadar bir kesik yapar.Her iki ameliyat da 1-2 saat sürer (genel anestezi ile). Histerektomi esnasina rahimi yerinde tutan tüm bağlar ve beslenmesini saglayan tüm damarlar tek tek bulunur, özel aletlerle tutularak kesilir ve bu aletler alinmadan önce özel dikislerle baglanir. Bu sirada rahimle yakin komsulugu olan idrar torbasi, idrar toplama kanallari ve barsaklarin zarar görmemesi saglanir.

Histerektomi sırasında yumurtaliklar da çıkarılmalı mıdır?

istatistiklere göre histerektomilerin % 35’inde yumurtaliklar çikarilmamaktadir. Bazen sadece tek yumurtalik çikarilir. 45 yasindan sonra yapilan histerektomilerde yumurtaliklar da birlikte siklikla çikarilirlar.Burada amaç hastayi ileride yumurtalik kökenli bir problemden dolayi bir ameliyattan korumaktir. Ayrica yumurtaliklara ait bir bozukluk varsa bir veya iki yumurtalik genç hastada da çikarilabilinir.

Yumurtalıklar çikarildiginda yumurtaliklardan salgilanan östrogen (kadinlik hormonu) hormonu çok azalir ve menopoz baslar. Buna cerrahi menopoz denir. Ani ve siddetli menopoz sikayetleri (sicak basmalari, vaginal kuruluk hissi, bas dönmesi, gece terlemeleri, kabizlik, depresyon gibi) ameliyattan hemen sonra baslayabilir. Sadece rahim çikarildiginda hasta ameliyattan sonra adet görmez, ancak yumurtaliklar yerinde kalirsa hastanin bu tür sikayetleri olmaz. Çünkü yumurtaliklar faaliyet göstermeye ve estrogen salgilamaya devam ederler.

Yumurtalıklarin da çıkarıldıgı hastalarda eksilen hormonun takviyesi ile sikayetler azaltilabilir. Özellikle genç yasta yumurtaliklarin çikarildigi hastalar mutlaka bu hormon tedavisini almalidirlar. Çünkü kadinlik hormonunun eksikligi kemik erimesi, kalp hastaligi riskinin artmasi gibi hayati sorunlara yol açabilirler.

Histerektomi, rahim alınması sırasındaki riskler nelerdir?

istatistiklere göre histerektomi operasyonuna bagli ölüm riski histerektomi nedeni kanser veya gebelik ile ilgili degil ise 10.000 ameliyatta 6-11; gebelik ile ilgili ise 29-30; kanser ile ilgili nedenler söz konusu ise 70-200’dür.

Hastalarin %10-25’i ameliyata bagli bir problem yasar. Bunlar ates, enfeksiyon, idrar enfeksiyonlari, ani menopoz bulgulari (sicak basmalari, vaginal kuruluk hissi, bas dönmesi, gece terlemeleri, kabızlık, depresyon gibi) olabilir.

Ameliyat sonrasi hasta bakımı nasıldır?

Birinci gün:En siddetli agri ameliyattan hemen sonra duyuldugunda bu dönemi hafifletmek için genellikle yogun agri kesici tedavi uygulanir. Idrar kesesinin travmatize olmasindan dolayi hastanin idrar yapmasi zor olabileceginden idrar sondasi ameliyat sonrasi 18-24 saat süreyle takili birakilir. Ameliyat günü hastanin agizdan beslenmesi yasaklanir. Barsak hareketleri basladiktan sonra sivi gidalarla beslenmeye baslanir. Hastanin 6-8 saat sonra ayaga kaldirilmasi gerekir.

İkinci gün: Ameliyat yerinin agrisi azalir. Ancak bu dönemde barsak gazlari nedeni ile hem ameliyat yerinde, hem de tüm karinda agrilar olabilir. Bu agrilari azaltmanin yolu hastanede verilen diyetin disina tasmamak ve hareketli olmaktir. Herkes de ayni derecede gaza bagli agri olmaz. Ancak bazi durumlarda ameliyat yerinin agrisini unutturacak kadar siddetli olabilir. Hastanin kesi yeri su geçirmeyen bant/spray ile kapatilip banyo yapabilir.

Üçüncü gün: Gaz problemi bazen 3.güne uzayabilir. Ancak genellikle artik hasta rahattir. Genellikle hasta bugün taburcu edilir. Cilt enfeksiyonlari genellikle 3-5.günler arasinda çikar. Bu durumda ciltteki kesi yerinin bir kismi açilir ve düzenli pansumanlara baslanir.

Cerrahiden sonra normal hayata dönmek uzun sürer mi?Rahim ameliyati sonrasi cinsel hayat ve cinsellik.

Genellikle cerrahi islemin teknigine göre ve ameliyat nedenine göre degismekle birlikte histerektomi sonrasi hastanede kalma süresi 2 gecedir. Normal aktivitelere tam olarak dönmek 4-6 hafta sürebilir. Ancak hastalarin çogu birinci haftanin sonunda iyi hissetmektedir.
Dikişlerin tam iyilesmesi için hasta ameliyattan sonraki 6 hafta içinde fazla agirlik kaldirmamalidir. Ameliyat sonrasi 6 hafta içinde cinsel iliski tavsiye edilmez.6 hafta sonra geçtikten sonra cinsel hayat ve cinsellik eskisi gibi ameliyat olmus ,rahmi alinmis kadinda devam edebilmektedir. Hatta gebe kalma korkusu olmadigi (özellike ameliyat sirasinda menapoza girmemis ve monopoz belirtileri olmayan kadinlarda) için çiftler cinsel yasamlarinda daha rahat etmektedirler.
Hasta tam iyilesene kadar araba kullanmasi tavsiye edilmez. Bunlar disinda hasta kendini iyi hissettigi sürece normal hayatini sürdürebilir.
Ilk ve ikinci hafta çok yorucu aktivitelerden kaçinmali ve aktivite seviyesini yavas yavas arttirmalidirlar. Banyo dus alma ve dökme suyla yikanma seklinde olmalidir. Düzenli bir diyet izlenmelidir. Idrar ve gaita yaparken ikinmaktan kaçinilmalidir. Eger vajinal kanama veya ates olursa doktora haber verilmelidir.

Ameliyat sonrası ne zaman doktora haber verilmelidir?

Ø 38 C’nin üzerindeki ates veya 24 saatten uzun süren 37,5- 37,9 arasinda ates.

Ø Agrı kesiciyle geçmeyen ağrı

Ø Defekasyon (tuvalet yapma ) sirasinda güçlük, karnin alt kisminda agri, sislik

Ø İdrar yapmada güçlük, agri, yanma, bulanik ve kanli idrar

Ø Bacaklarinda agri, sislik, kizariklik

Ø Gögüs agrısı, öksürük, soluk alıp vermede güçlük

Ø Sıcak basması, terleme, hızlı kalp atımı

Ø Bir saat içinde 2 yada daha fazla ped kirleten parlak kırmızı renkteki kanama varligi.

Unutmayin!

Histerektomi sadece rahmin çikarilmasidir. Histerektomi ameliyatı olan kadınlar bir daha hiç adet göremez. Cinsel iliskiyi saglayan organ rahim degil vajinadir. Histerektomi sirasinda vajinaya dokunulmadigi için cinsel iliski kurulmasinda hiçbir farklilik ortaya çikmaz. Birlikte yumurtaliklar çikarilmadigi takdirde adet görülmedigi halde menopoza ait belirti ve komplikasyonlar olusmaz. Sayet birlikte yumurtaliklar da çikarilmis ise operasyon sonrasi cerrahi menopoz tablosu gelisir ve hormon replasman tedavisi hemen baslatilmalidir.

İdrar Kaçırma Problemi ve Tedavi Yöntemleri

  İdrarı tutamama ve idrar kaçırma problemleri son yıllarda özellikle kadınlarda sosyal hayatı oldukça etkileyen önemli sorunlardan birisidir.

    Bu bölümde son derece ayrıntılı bir şekilde bu sorun ve tedavi metodları ele alınacaktır.
Son kısımda kliniğimiz Hera Klinik’teki uygulamalarımız bulunmaktadır.    

Tanım

İdrar kaçırma tıbbi literatürde “üriner inkontinans ( urinary incontinence)” olarak geçmektedir. Burada ürin (urine) “idrar”,  üriner “idrarla ilgili”, inkontinans ise “yetmezlik” anlamına gelmektedir.
Mesane ya da diğer adları ile idrar kesesi, idrar torbası veya sidik torbası ise böbreklerden süzülerek oluşan idrarın aşağıya inen kanallar (üreter’ler) aracılığı ile depolandığı kesenin adıdır.
Toplumda pek çok kişide istemsiz bir şekilde aksırma, öksürme, ıkınma gibi durumlarda karın içi basıncının artışına bağlı olarak mesaneden idrar kaçağı şeklinde idrar kaçırma şikayeti mevcuttur.
Yine pek çok kişide ise idrar geldikten sonra “tuvalete yetiştirememe” şeklinde idrar tutamama yani “inkontinans” şikayeti bulunmaktadır.

Üriner inkontinans “Uluslararası Kontinans Derneği” tanımına göre, objektif olarak gösterilen ve sosyal ya da hijyenik açıdan sorun oluşturan istem dışı idrar kaçırma durumudur.
Aslında üriner inkontinans kendi başına bir hastalık değil bir hastalığın belirtisidir (semptom).  İdrar kaçırma sorunu bir kişinin tüm gündelik hayatını etkileyen, sosyal aktivasyonlarını kısıtlayabilen bir durumdur.

Görülme Sıklığı

İdrar kaçırma problemleri kadınlarda erkeklere göre iki kez daha sık görülür. Kadınlardaki sıklığı değişik yayınlara göre  %14 – 49 arasında değişmektedir.
Görülme sıklığı yaşla birlikte artsa da yaşlanmanın getirdiği doğal bir bulgu olarak kabul edilmemelidir.

Görülme sıklığını arttıran diğer faktörler arasında:

-Cinsiyet (Kadın olmak)
-Çok sayıda çocuk doğurmak (parite)
-Irksal yatkınlığın olması
-Ailesel yatkınlık (bağ dokusu elastikiyetinin az oluşu)
-Menopoza girmek
-Sigara kullanmak
-Uzun süreli kabızlık şikayetlerinin (konstipasyon) olması
-Şişmanlık (obezite)
-Geçirilmiş jinekolojik cerrahi ameliyatlar sayılabilir.

Rahim sarkması (prolapsus uteri), idrar torbası sarkması (sistosel) ve barsağın sarkması (rektosel) gibi durumlar da üriner inkontinansın diğer elemanlarındandır.
Üriner inkontinans çoğu kez tedavi edilebilir olmasına rağmen bazen tanı almada çeşitli zorluklarla karşımıza çıkmaktadır. Hastaların idrar kaçırma yakınmalarını hekimlerine söylemekte çekinmesi, hekimlerin de tıbbi öykü (anemnez) ve muayenede üriner inkontinansı sorgulamaması nedeni ile yeterince tanı almamaktadır.
Ülkemizde yaşam süresinin uzaması sonucunda yaşlı nüfusunun giderek artması, toplumun sosyo-ekonomik düzeyinin yükselmesi ve kalite yaşam beklentilerinin artması sonucunda idrar kaçırma şikayetleri ile kliniklere başvuran hasta sayısında son yıllarda bir artış gözlenmektedir.
Üriner inkontinans sorununun tedavi yaklaşımında jinekoloji, üroloji, nöroloji, fizik tedavi, psikiyatri uzmanları ve sosyal danışmanların birlikte çalışmaları ile kişiye en uygun tedavi metodu saptanabilir.
İdrar kaçırma şikayetlerinin giderilmesinde cerrahi olmayan medikal ilaç tedavileri yanısıra uygulanan bir takım cerrahi ameliyatlar bulunmaktadır.

MESANENİN ANATOMİ VE FİZYOLOJİSİ

Mesane duvarı, “detrusor kas” adı verilen düz kaslardan oluşan kese biçiminde bir organdır. (Yandaki resim)
Mesanenin iç yüzeyi kıvrımlı bir mukoz membran örtülüdür.
Her iki böbreklerden gelen idrar “üreter” adı verilen kanallar ile mesaneye dökülür. Mesanede depolanan idrar ise belli kapasiteyi doldurduktan sonra oluşan “işeme hissi” sonucunda “üreter” adı verilen kanaldan dışarı boşalmaktadır.

Mesanenin İşlevleri ve İşeme Fonksiyonu

İdrar Kaçırma

İdrar kaçırmaya tıpta inkontinans denmektedir. Temelde bu problem kadınların bir hastalığıdır. Özellikle gündüz ve uyanıkken istem dışında idrar kaçırma bu başlık altında değerlendirilmektedir.
İdrar kaçırma demek için belli bir miktar ölçümü yoktur; çünkü hijyenik pet kullanmak zorunda olmasına rağmen yakınmayan kadınların yanında, damlama şeklinde ve seyrek idrar kaçırmalarını bile büyük bir sorun olarak gören kadınlar da vardır. Böylece idrar kaçırmanın hastalık boyutu kadının sosyo-kültürel durumuna sıkı sıkıya bağlıdır. Kırsal kesimde sorun yaşlanmaya bağlı doğal bir problem gibi görülerek doktora başvurulmazken, kentlerde ve özellikle çalışan kadınlarda idrar kaçırma depresyon ve sosyal ilişkilerde kısıtlanmaya (idrar kokusu, ıslaklık hissi yüzünden) yol açarak daha erken dönemlerde tedavi için doktora başvurmaya neden olmaktadır.
Sonuçta kişinin sosyal yaşantısını etkileyecek olan her idrar kaçırma bir hastalıktır ve tedavi edilmelidir.

Bu problem genel inanışın aksine sadece yaşlanma ile ortaya çıkan bir durum değildir. Özellikle menopoz sonrası dönemde olan ve fazla sayıda ve zor doğum yapmış kadınlarda görülen bu durum bazen daha erken yaşlarda da ortaya çıkabilmektedir. 35 yaşın üzerindeki her beş kadından biri az ya da çok zaman zaman olan idrar kaçırma problemi ile karşı karşıyadır. 65 yaşından sonra ise neredeyse her 3 kadından birinde bu problem vardır.

Yapılan araştırmalarda kadınların % 25’inin hayatlarının herhangi bir döneminde idrar kaçırdığı hesaplanmıştır. Ancak doktora başvuran kadınların sayısı bu rakamların çok altındadır. İdrar kaçırma şikayeti kadın tarafından saklanan ve genellikle utanılacak bir sorun olarak karşımıza çıkmaktadır. Bir araştırmada idrar kaçırması olan kadınların % 70’i doktora başka nedenlerle başvurduğunda yapılan muayene ve öykü alma sonucu idrar kaçırmanın varlığının tespit edildiği görülmüştür. Yapılan bir başka araştırmada ise kadınların doktora başvurana kadar bu şikayetle ortalama 9 yıl geçirdikleri tespit edilmiştir. İnsan ömrünün uzaması ile bu sorun daha da büyümektedir.

İdrar Kaçırma Hangi Durumlarda Görülmektedir?

İdrar kaçırma; öksürme, hapşırma veya gülme gibi karın içi basıncın arttığı durumlarda ortaya çıkabileceği gibi, daha az eforla da (yürümek, yataktan kalkmak gibi) meydana gelebilir. Bu tip idrar kaçırmaya zorlanma tipi idrar kaçırma-inkontinans adı verilmektedir.
Bazı hastalarda kaçırma, kişinin ani olarak idrara çıkma ve sıkışma hissi ile beraberdir. Bu tip idrar kaçırmaya ise sıkışma tipi inkontinans denir. Bunun sebebi ise genellikle belli değildir.
Bu hastalar alışverişe çıkmaya korkarlar, misafir ziyaretine gitmeye çekinirler; çünkü bu durumun aniden ortaya çıkacağını ve tuvalete yetişemeyeceklerini düşünürler. Bazı kişilerde idrar kaçırma yukarıda anlatılan iki tip kaçırmanın da birlikte görüldüğü tiptedir. Bu tip idrar kaçırmaya da karışık tip inkontinans denir.
Zorlanma ile idrar kaçırma genellikle vaginal yoldan doğum yapmış kadınlarda görülür. Kasık adalelerinin veya sinirlerinin doğum sırasında zedelenmesi sonucu mesane boynu öksürme, hapşırma, gülme, merdiven çıkma, yük taşıma, cinsel ilişki sırasında yer değiştirerek veya kapanamayarak karın içinde artan basınçla hasta idrar kaçırır.
Tedavisi ise genellikle cerrahidir.
Fizik tedavi yöntemleri (kasık adalelerinin güçlendirilmesi, elektrikle uyarma (stimulasyon), menapozdaki kadınlarda hormon tedavisi de uygulanabilir.
Sıkışma tipi idrar kaçırma ise genellikle daha ileri yaşlarda görülmesine rağmen, mesanenin tahriş olduğu durumlarda da (iltihap, taş, tümör vb) ortaya çıkabilir. Bu hastalarda küçükken gece yatağa işeme, gece uykudan uyanarak idrar yapma (normalde 2 kez olabilir), gündüz çok idrara çıkma (normalde 6 kez) daha sıktır. Su sesi ile idrar hissi veya sıkışma olabilir.
Genellikle fiziksel aktivite (gülme, konuşma, hapşırma, öksürme, yük kaldırma, cinsel aktivite gibi) ile de tetiği çekilebilen ansızın idrar yapma hissi duyarak tuvalete koşan hasta, tuvalet kapısında idrarını tutamayıp kaçırır. Genelde bu durumun sebebi bulunamaz. Mesane eğitimi, işeme alışkanlığının düzeltilmesi, elektrikle uyarma ve ilaç tedavisi gibi tedaviler uygulanır.

Karışık tip İdrar Kaçırma:

Yukarıda bahsedilen her iki durum aynı hastada birlikte vardır. Dolayısıyla her iki tedavi seçeneği de uygulanabilir. Önce ameliyat, sonra fizik tedavi, ilaç veya elektrikle uyarma veya önce fizik tedavi veya ilaç olmaz ve başarılı olunamazsa ise sonra ameliyat denenebilir.
Ayrıca, Alzheimer hastalığı, Multiple Skleroz (MS), felçli hastalar, şeker hastalığı gibi daha ciddi hastalıkların bir sonucu olarak da idrar kaçırma problemleri olabilir, bunların tedavileri ise ayrı bir konudur.

İdrar Kaçıran Hastalarda Teşhis:

Öncelikle hastanın idrar kaçırmasının tipi ortaya konur. Daha sonra jinekolojik muayene yapılarak mesane, mesane boynu, vajen ve rahimde sarkma olup olmadığı, özellikle daha önce geçirilmiş ameliyatlara bağlı idrar yollarından hazneye oluşan kanalcıklarla oluşmuş sürekli kaçaklar olup olmadığı araştırılır.
Bilinen bir diğer gerçek de zorlanma tipi idrar kaçırmalarının genellikle rahim ve idrar kesesi sarkması ile birliktelik gösterdiğidir.
Bu işlemlerden sonra hastanın idrar tahlili, iltihap açısından idrar kültürleri yapılır. Bu tetkiklerde anormal bulgu tespit edilirse uygun tedavi yapılır.
Daha sonra hastanın idrar kaçırmasını gözlemek için mesaneye bir miktar sıvı verilerek veya sıkışması beklenerek ıkındırma ile idrar kaçırma gözle görülmeye çalışılır. İdrar kaçırmanın varlığını veya miktarını tespit edebilmek için ped testi denilen test yapılabilir.
Özellikle daha önce idrar kaçırma ameliyatı olmasına rağmen idrar kaçırmaya devam eden hastalar ve ameliyat yapılacak hastalarda daha ayrıntılı bir inceleme olan Ürodinamik İnceleme yapılır.
Bu işlem sırasında hastanın mesanesine yerleştirilen bir kateter ile su verilerek dolma, kaçırma ve işeme basınçları bilgisayar yardımıyla kaydedilir ve rakamsal ve grafik olarak yazdırılır. Ürodinami oldukça karmaşık ve pahalı bir test olması nedeniyle her hastaya uygulanması doğru değildir.
Ayrıca hastanın sürekli olarak karın içi basıncın arttıran örneğin öksürük yapan kronik akciğer hastalığı, kronik kabızlık, aşırı şişmanlık gibi problemleri varsa bunların da tedavisi gerekir.

İdrar Kaçırmanın Tedavi Şekilleri Nelerdir?

Tedavide özellikle rahim sarkması da eşlik eden hanımlarda fizik tedavi uygulamaları, cerrahi yöntemler ve ilaç tedavileri bulunmaktadır. İdrar kaçırmanın derecesi ve hastanın sosyal yaşamına olan etkisi göz önüne alınarak en basitten en girişimsel yönteme kadar tedavide pek çok metod bulunmaktadır.
Tedavide ilk basamak mesane eğitimidir. Bu özellikle sıkışma tipi kaçırmalarda önemlidir. Sıkışmayı geciktirmek için tuvalete koşulmamalıdır. Ayakta durmalı ya da oturmalıdır. Perineye (apış arası) basınç uygulanır, karın kaslarını gevşetmek için solunum egzersizi yapılır.Eğer engel olunamıyorsa kaçırmayı önlemek için idrar yapılabilir.
Saatli ve düzenli idrar yapma yanında normal idrar yaparken de idrarını tutma (durdurma) eğitimleri yapılmalıdır.
İdrar kaçıran bir kimse zannedilenin tersine gece haricinde bol sıvı almalıdır. Bu kabızlığı önleyecektir. Lifli besinler alınmalıdır. Günlük idrar miktarı en az ortalama 1,5 lt olmalıdır.
Normal bir kişi 4-6 kez gündüz ve bir iki kez de gece işeme yapar. Mesaneyi boşaltmak için, her işemede 300 mlt (bir-bir buçuk su bardağı kadar) idrar yapmak gereklidir. Hasta daha sık ve daha az miktarda tuvalete çıkarsa boşalma olmayabilir.
Kola, kahve, çay, çikolata ve alkol idrar yapma ihtiyacını arttırabilir, sıkışmaya sebep olabilir, olabildiğince azaltılması uygun olur.
İleri düzeyde idrar kaçırması olan ve fizik egzersizlerin yararlı olmadığı olgularda operasyona gerek duyulur.
Hekim gerekli incelemelerden sonra hangi tip operasyonu yapacağına karar verir. Günümüzde yeni tekniklerin uygulanması ile zorlanma tipi idrar kaçırmalarda % 90’a yakın başarılı olunmaktadır.
Karından veya hazneden uygulanabilen bu operasyonlarda rahim ve idrar kesesi sarkmaları da varsa hepsi bir arada düzeltilir. Zor ameliyatlar değillerdir. Hatta günümüzde kadınlarda lokal anestezi ile dahi uygulanabilir. Vajenden yapılan bir küçük kesiden idrar kanalı bir gergisiz bant sayesinde karın katlarına asılır. Karında iki küçük kesiden (0.5 cm) başka hiç yara izi kalmaz.

Son söz olarak;

    Birçok kişi bu konuda gereksiz biçimde sessiz kalır. Doktora danışmaya ve gereken yardımı almaya utanır. Bazı kişiler bu durumun yaşlanmanın kaçınılmaz sonucu olduğunu ve olası nedenlerinin ve tedavi seçeneklerinin bulunması yerine bu duruma katlanması gerektiğini düşünür. Oysa, enfeksiyonu kontrol altına almak için antibiyotik kullanmak ya da idrar akışını kontrol eden kasları güçlendirecek egzersizleri öğrenmek gibi basit tedaviler söz konusu olabilir. Gerek görülürse de operasyon yapılır.

İdrar Yolu Enfeksiyonları

Her beş kadından biri hayatının herhangi bir döneminde idrar yolu enfeksiyonuna (İYE) yakalanır.

Bu kadınlardan dörtte biri de 18 ay içinde yeni bir İYE atağı geçirir. İdrar yolu enfeksiyonları hafif ve kolay tedavi edilebilen hastalıklar olmasına rağmen, ihmal edildiğinde böbreklere kadar uzanabilir ve kalıcı hasarlar bırakabilir. İdrar Yolu enfeksiyonu geçirmiş olan kişiler bunun oldukça ağrılı bir durum olduğunu bilirler. Aniden gelen idrar hissi kişiyi gece yataktan kaldıracak kadar kuvvetli olabilir. Apar topar tuvalete gidildiğinde sadece birkaç damla idrar yapmak bu esnada da şiddetli yanma hissetmek hiç de hoş olmayan bir durumdur. Zaman zaman idrarda kan görülmesi de çoğu zaman kişiyi oldukça endişelendirir. İdrarın koyu, bulanık ve kötü kokulu olması kişinin moralini oldukça bozar.

Kişiyi korkutan bu tür belirtiler eğer tedavi edilmez ise enfeksiyonun böbreklere kadar yayılmasına ve kalıcı, hatta zaman zaman hayatı tehdit edici komplikasyonlara neden olabilir.

İdrar yolları alt ve üst yollar olmak üzere 2 bölümde incelenir.Üst idrar yollarında 2 böbrek, böbrekler ile mesane arasındaki bağlantıyı sağlayan ve üreter adı verilen tüpler bulunur. Alt idrar yolu dendiğinde ise mesane ve mesanenin dışa açılımını sağlayan ürethra anlaşılır. Alt idrar yollarının enfeksiyonu daha sık görülür.

Alt idrar yolu enfeksiyonları

Eğer tek şikayet idrar yaparken yanma hissi ise muhtemelen sorun ürethranın enfeksiyonudur.Buna ürethrit adı verilir. Bel soğukluğu en sık olmak üzere genelde cinsel yolla bulaşan milroorganizmalar tablodan sorumludur. Cerrahi girişim, sonda takılması, kullanılan vajinal krem, kayganlaştırıcı gibi maddelere karşı gelişen allerjik durumlar ürethrite neden olabilir. Eğer mikroorganizmalar yukarıya doğru tırmanmaya devam eder ise mesane de olaya katılır ve tablo sistite döner. Sistit mesane iltihabıdır ve en sık görülen idrar yolu enfeksiyonudur. Sistit sık tekrarlama eğiliminde olan bir enfeksiyondur. Ürethrit ve sistit çoğu zaman birarada görülür.

Üst idrar yolu enfeksiyonları

Tedavi edilmeyen alt idrar yolu enfeksiyonları mesaneden daha yukarılara doğru ilerleyebilir. Böbreklerin de olaya katılması ile tablo pyelonefrit adını alır. Bu durum acil tıbbi müdahale gerektiren ciddi bir hastalıktır.Şikayetler çok daha şiddetlidir ve kasık ağrısının yanısıra yan ağrıları görülür. Sistit belirtilerine ek olarak ateş, titreme, bulantı ve kusma ortaya çıkar. Müdahale edilmez ise durum kronikleşebilir ve böbrek hasarı hatta böbrek yetmezliği ile sonlanabilir.

Kadınlar Neden İdrar Yolu Enfeksiyonlarına Daha Meyillidir ?

İdrar yolu enfeksiyonlarına kadınlarda erkeklere göre 25 kat fazla rastlanır.Bu oran 20-50 yaş arasında 50 misline kadar çıkabilir. Menopoz sonrasındaki ilk yılda da İYE eğilimi oldukça fazladır. Peki bu neden böyledir. İYE’nın kadınlarda daha sık görülmesinin en başta gelen nedeni kadın ile erkek anatomisi arasındaki farktır. İdrar yolu enfeksiyonları dışarıdan gelen bakteriler tarafından yapılır.İdrar nomalde sterildir. Yani hiçbir mikroorganizma içermez. Ürethradan dışarıya doğru akarken burada birikmiş olan ve yukarılara çıkmaya çalışan mikroorganizmaları temizler. Ancak bazen bu mekanik temizleme yeterli olmaz ve enfeksiyon etkenleri yukarılara doğru sızabilir.Örneğin normalde barsaklarda bulunan E.coli isimli bir bakteri (koli basili) makattan vücudu terk ettikten sonra yeniden ancak bu kez ürethradan vücuda girer ve mesaneye kadar ulaşarak sistite yol açar. İşte anatomik fark burada devreye girer. Kadın ürethrası erkeğinkine göre çok daha kısa olduğundan katetmesi gereken mesafe ve bu iş için geçen süre çok daha azdır. İdrar yapma ile birlikte mekanik bir temizleme de olduğu için bakteriler erkek mesanesine ulaşamadan yeniden vücut dışına atılırlar. Bir diğer etken tuvalet alışkanlıklarıdır. Tuvalet sonrası temizliğin arkadan öne doğru yapılması anus çerverindeki organizmaları vajinaya taşır. Ayrıca anus çevresi ne kadar temiz tutulursa tutulsun iç çamaşırda yerleşen bakteriler vajinaya kadar ulaşabilir. Cinsel ilişki esnasında meydana gelen mikroskopik travmalar da enfeksiyona olan eğilimi arttırır.

İlk kez cinsel ilişkide bulunan ya da her zamankinden daha yoğun cinsellik yaşayan pekçok kadında 12-24 saat içinde yanma başlar. Özellikle balayında görülen bu durum nedeni ile tabloya “balayı sistiti” denmektedir.

Doğum kontrolünde kullanılan bariyer yöntemler prezervatif de dahil olmak üzere dokularda irritasyon ve dolayısı ile enfeksiyona meyil yaratır. Bazı spermisid maddeler vajinada normalde bulunan ve diğer bakterilerin aşırı çoğalmasını engelleyen mikroorganizmaları da öldürerek enfeksiyon nedeni mikroorganizmaların üremesini kolaylaştırır. Yine sünnetsiz erkeklerde sünnet derisi içinde yerleşen organizmalar da ciddi enfeksiyon kaynağıdır. Gebelik esnasında meydana gelen hormonal değişimler tüm düz kaslarda olduğu gibi idrar yollarında da yavaşlamaya yol açar.Bu yavaşlamanın bir sonucu olarak mesane tam boşaltılamaz ve bir miktar idrar sürekli mesanede kalır. Bu durum idrar yollarında enfeksiyona yol açan mikroorganizmalar için bulunmaz bir fırsattır. Gebelerin %15 kadarı sistit olduklarını fark edemezler.Tedavi edilmeyen idrar yolu enfeksiyonları zarların açılmasına ve erken doğuma yol açabilir. Bu nedenle kontrollerde gebenin herhangi bir yakınması olmasa dahi idrar tetkiki yapılmalıdır.

Mesane boşalmasının bozulduğu bir diğer durum da menopozdur. Yaşlanmaya bağlı olarak dokular elastikiyetini kaybeder ve tam boşalamaz. Gebelikte olduğu gibi biriken idrar enfeksiyon için uygun zemin hazırlar. Yaş ile birlikte şeker hastalığı görülme sıklığı da artar.

Belirtileri

-Sık sık ve azar azar idrara çıkma
-İdrar yaparken yanma
-Kasık ağrısı
-Kötü kokulu idrar
-Bulanık idrar
-Kanlı idrar
-Ateş
-Böğür ağrısı

Tanı

İdrar yolu enfeksiyonlarının tanısı oldukça kolaydır. Yapılan bir idrar tetkiki ve idrar kültürü pekçok zaman tanı için yeterli olur. İdrar tetkikinde lökosit ve bakteri görülmesi tipiktir. Burada çok önemli bir nokta idrar örneği verirken idrarın herhangi bir yere değip kirlenmesini engellemektir. Bu amaçla ürathra çevresi temiz bir gazlı bez ile silinir, idrar yapmaya başladıktan sonra ilk gelen idrar boşa akıtıldıktan sonra bir miktar idrar kabına yapılır. Buna orta akım idrar örneği denir. Kültür ve antibiyogram yapılmasındaki amaç ise enfeksiyonun hangi tür bakteri tarafından yapıldığının ve bu bakteriye karşı hangi antibiyotiklerin etkili hangilerinin etkisiz olduğunun ayırdedilmesidir. Bu sayede gereksiz ve etkisiz antibiyotik kullanımının önüne geçilir. Sık tekrarlayan veya tedaviye dirençli olan enfeksyonlarda altta yatan ek bir patolojinin saptanması amacı ile idrar akımı ölçüm testleri (sistometri), sistoskopi (ışıklı bir boru ile mesanenin inclenmesi) IVP (ilaçlı böbrek filmi) gibi tetkikler yapılabilir.
Tedavi

Alt idrar yolu enfeksiyonu vakalarının yaklaşık %80’i antibiyotik tedavisine yanıt verir. Bu amaçla gerek kültür almadan gerekse kültür sonucuna göre pekçok değişik gruptan ve markada antibiyotik kullanılabilir. Ağrıyı gidermek amacı ile spazm çözücüler ve ağrı kesiciler kullanılabilir. Bol sıvı alımı mekanik temizlik yaparak tedavinin etkinliğini arttırır. Üst idrar yolu enfeksiyonlarında ise hastaneye yatarak damardan antibiyotik tedavisi gerekli olabilir. Tekrarlayan enfeksiyonlarda altta yatan nedeni düzeltmek için (sistosel gibi) ameliyat gerekli olabilir. Kronik sistit problemi olan ve bu konuda az çok tecrübe kazanmış olan hastalar doktor kontrolüne gidene ve idrar tetkiki yaptirana kadar ellerinde bulunan ağrı kesici ve antibiyotikleri kullanabilirler. Ayrıca kasık bölgesine sıcak uygulaması faydalı olur. Ürethra bölgesinin dışarı atılmak için bekleyen idrardan daha sıcak olması idrar yaparken duyulan yanma hissini azaltır. İdrar yolu enfeksiyonunu taklit eden durumlar Bazı durumlarda var olan şikayetler idrar yolu enfeksiyonlarını taklite etmesine rağmen İYE dışında başka bir nedene bağlı olarak ortaya çıkar.

Şikayet Olası nedenleri :

-Sık idrara çıkma Sıvı alımının fazla olması
-Alkol alımı
-Kafein içeren çay, kahve gibi içecekler
-Stres
-Gebelikte görülen fiziksek değişiklikler
-Mesaneye bası yapan kitleler
-Ağrılı idrar yapma Vajinal enfeksiyonlar
-Aktif genital herpes ya da cinsel yolla bulaşabilen enfeksiyonlar
-Kimyasal irritasyon (dar pantolonlar, sentetik çamaşırlar, sprey veya pudralar)
-Geçirilmiş operasyonlar

İdrar yolu enfeksiyonlarını önleyebilmek için bazı doğal tedavi yaklaşımları ortaya atılmıştır. Bir takım otların kaynatılarak içilmesi veya idrarı asidik yapacak meyve sularının faydası olabileceği iddiaları ortaya atılmıştır.

Günde 6-8 bardak su içilmesi sadece idrar yolları açısından değil genel sağlık koruması açısından oldukça faydalıdır. Alkol ve kafein içeren maddelerin daha az tüketilmesi, tuvalete gitmek için idrar hissinin gelmesinin beklenmemesi, her 3-4 saatte bir idrara çıkılması, genital bölgenin temiz tutulması ve temizlik sırasında arkadan öne doğru değil önden arkaya doğru temizlik kuralına dikkatli uyulması, genital bölge temizliği için sentetik kimyasal maddelerin kullanılmaması, mensler sırasında tampon ve pedlerin sık aralıklarla değiştirilmesi, naylon içerikli yerine pamuklu çamaşır kullanılması gibi basit önlemler ile İYE önlenebilir.

Kürtaj (Küretaj)

Kürtaj (kürtaş) veya daha doğru tabiriyle “küretaj” genel anlamda rahim içindeki gebeliğin boşaltılması yani alınması anlamına gelmektedir. D/C veya D&C şeklinde kısaltılabilir. Dilatasyon küretaj ın kısaltmasıdır. Dilatasyon rahim ağzının genişletilmesi anlamında kullanılır. Rahim ağzının genişletilmesi rahim içerisine küretajı yapmak için gerekli aletleri (küret veya aspiratör) sokabilmek için gereklidir. Bu genişletme işlemi için ince çubuk şeklinde kalınlıkları giderek artan bujiler kullanılır.

Kürtaj hiçbir zaman bir aile planlaması yöntemi değildir.

Kürtaj gebelik sonlandırılması için yapılması dışında düşük yapan kişilerde rahim içinde eğer gebeliğe ait parçalar kaldıysa bunları temizlemek için de yapılabilir.

Küretaj aslında bir anlamda rahim içinin temizlenmesidir. Örneğin gebe olmayıp uzun süreli ve fazla adet gören kadınlara da küretaj gerekebilir. Buradaki yapılan işlemin adı tanısal amaçlı yani probe küretaj (P/C) dır. Yapılan küretaj sonrası kanama kesilir ve alınan rahim içi dokusu patolojiye gönderilerek kanamanın nedeni araştırılır. Bu şekilde veya nadiren rahim içerisindeki küçük polip benzeri oluşumların alınması amacıyla küratal tedavi amacıyla da yapılabilir.

Gebelik tahliyesi amacıyla yapılan kürtajlarda (legal küretaj) yasal sınır ülkemiz için “son adet tarihinden itibaren 10 hafta”dır. Son adet tarihi son adetin ilk (başlangıç) günüdür. Gebelik bu gebelik haftasının daha üstünde ise eşlerin rızası olsa bile resmi kurumlarda küretaj yapılamaz. Kişi evli ise eşinin de onayı gerekirken, evli değil ise ve 18 yaşını doldurmuş ise kendi isteği ve rızası yeterlidir. Yaşı 18’den küçük bayanlarda ise veli’nin onayı gereklidir.

Gebeliğin anne veya bebek için tıbben sakıncalı olması durumunda ise (bebeğin sakatlığı ya da annenin gebeliği kaldıramayacak kadar hasta olması durumlarında) 10 haftadan daha büyük gebelikler de sonlandırılabilir. Böyle bir durumda birden fazla uzman doktorun kurul kararı vermesi gereklidir.
Yurt dışında bazı ülkelerde kullanılan düşük ilacı (RU-486) ülkemizde henüz kullanılmamaktadır. Ayrıca halk arasında adet söktürücü olarak tanınan hap ve iğneler ise gebelik sonlandırılmasında işe yaramazlar. Kesinlikle kullanmamalısınız.

Küretaj genel anestezi altında veya lokal anestezi veya spinal anestezi ile gerçekleştirilebilir. İşlem ortalama 15-20 dakika sürer. İşleme başlarken öncelikle rahim ağzı açık değilse rahim ağzının buji denen aletlerle genişletilmesi gerekir. Bundan sonra rahim içerisindeki gebeliğin boşaltılması için veya rahim içerisinden parça alınması için küret veya aspiratör denen aletler kullanılır. Küret denen aletler çeşitli boylarda olur ve kaşığa benzer, keskin kenarları ile rahim duvarları kazınarak temizlenir. Aspiratör veya vakum denen aletler ise enjektör şeklinde veya pompalı motora bağlı elektrikli şekilde olabilir, emiş gücü yaratarak rahim içerisindeki materyalin emilerek alınmasını sağlarlar. Hasta işlem bittikten kısa süre sonra evine dönebilir. Genellikle 1 hafta sonra kontrol yapılması uygundur.

Küretaj işemlerinden sonra hastada kramp tarzı ağrılar olabilir. Lekelenme şeklinde az miktarda vajinal kanamalar olabilir. Kramp ve kanamalar bir kaç gün içerisinde kendiliğinden geçecektir. Ağrılar için ağrı kesici ilaçlar reçete edilir.

Küretaj sonrası dikkat etmeniz gerekenler:

– 2 hafta cinsel ilişkiye girmemeniz önerilir. Çünkü bu dönemde yapılan müdahaleden dolayı ve rahim ağzı açık olduğundan dolayı rahim içerisi enfeksiyona yatkındır.

– Kanamalar için ped kullanmalısınız, kesinlikle tampon kullanmamalısınız bu dönemde.

– Doktorunuzun belirttiği zamanda tekrar kontrole gitmelisiniz, küretaj sonra anormal bir durum olup olmadığı açısından muayene ve kontroller yapılacaktır.

– Küretajdan patolojiye gönderilen materyalin sonucunu takip etmeli ve mutlaka doktorunuza göstermelisiniz.

  

Küretaj sonrası aşağıdaki durumlarda hemen doktora başvurmalısınız:

– Ateş yüksekliği

– Ağrı kesici ile geçmeyen şiddetli ağrı ve kramplar

– Küretaj sonrası ilk saatlerde aşırı kanamalar olursa

– Küretaj sonrası günlerde kötü kokulu akıntınız olursa

– Küretajın üzerinden 4-5 gün geçmesine rağmen kanama kesilmezse veya artarsa

 

Küretajın riskleri nelerdir?

– Kanama: Genellikle ciddi kanama olmaz ve kısa sürede durur.

– Enfeksiyon: Nadiren küretaj sonrası rahim içerisindeenfeksiyon yani endometrit gelişebilir ve genellikle antibiyotiklere iyi cevap verir.

– Rahmin delinmesi (Uterus perforasyonu): Nadiren olmakla beraber ileri gebelik haftalarındaki küretajlarda daha sık gerçekleşir. Bu durumda hasta gözlem altına alınır, kendiliğinden bir girişime gerek kalmadan iyleşebilir ya da bazen ameliyat ile delinen bölgeyi onarmak gerekebilir.9

– Rahim içerisinde yapışıklık olması (Asherman sendromu): Nadiren rahim içerisindeki dokunun travmaya anormal ve aşırı reaksiyonel cevap vermesine veya rahim içerisinin aşırı temizlenmesine bağlı yapışıklıklar oluşabilir. Bu yapışıklıklar ileri derecede olduğunda adet görememe veta kısırlık problemlerine sebep olabilir.

Menopoz

MENOPOZ ŞİKAYETLERİ

Sıcak basmaları (Vazomotor semptomlar, Hot Flush)

“Geceleri sıcak basmaları” veya tıbbi tabiriyle “vazomotor semptomlar” menopozal dönemdeki kadınların en çok yakındıkları problemdir.

Sıcak basmaları menopozdan önce de başlayabileceği gibi adet kesilmesi ile aynı anda da başlayabilir. Ortalama olarak bir yıl boyunca devam eder, ancak bazen 7-10 yıla kadar uzayabilir.

Karakteristik olarak baş ve boyunda sıcaklık hissi şeklinde başlayarak vücudun diğer kısımlarına yayılır.

Genelde geceleri olmakla birlikte gün içinde de görülebilir. Süreleri yaklaşık birkaç dakikadır. Sıcak basması sırasında nabız hızında artışa bağlı çarpıntı hissi ve sonrasında terleme ile birlikte sona erer.

Sıcak basmaları uykuda olduğunda uyku kalitesini de bozar. Çoğu hastanın esas yakınması uykusuzluktur.

Uyku bozuklukları

Menopoz kadını yeterli uyku uyumasına rağmen iyi dinlenememeden yakınır.

Estrojen hormonunun azalmasına bağlı olarak uykunun kalitesini sağlayan REM uykusunun azalması söz konusudur. Bu durumda yeterli süre uyku uyunsa bile bu kalitesiz bir uyku olduğu için sabah yorgunluğundan şikayet edilir.

Ayrıca gece boyunca gelen sıcak basmaları da yeterli uyku alınmasını engeller.

Duygulanım (Emosyonel) değişiklikleri

Estrojen eksikliği depresyon oluşmasına neden olabilir. Beyin metabolizmasında kişinin duygulanımını etkileyen bazı maddelerin sentezi menopozdaki Estrojen (E2) eksikliğine bağlı olarak depresyon oluşturacak şekilde olabilir.

Biyokimyasal değişikliklerin yanısıra menopoz kadının hayatındaki büyük değişiklikler de (emekli olma, eşin işten ayrılması, çocukların evden ayrılması, anne babanın sağlık sorunları gibi) depresyonu şiddetlendirir.

Bu dönemdeki kişi hayatından mutsuz, üzgün, sinirli ve gergin olabilir.

Hafıza bozukluğu ve Alzheimer hastalığı

Estrojen hormonu kadının beyin bellek fonksiyonlarında da rol oynamaktadır. Menopoz döneminde HRT alan kadınlarda Alzheimer hastalığı daha az görülmektedir.

Kanama düzensizlikleri

Menopoz öncesi dönemde hormonların azalmasına bağlı olarak kanama düzensizlikleri olacaktır.

Menopozda hormon azalmasına bağlı olarak genel olarak adetler giderek daha da seyrekleşecek ve regl (adet) dönemleri arasındaki süre uzayacaktır.

Ayrıca ilerleyen zamanla adet miktarında da bir azalma söz konusudur. Bu adet gecikmeleri kadında bu dönmede olabilecek bir gebelikle de karışabilir. Adet gecikmelerine alışan kadın, gebe kaldığını farketmeyebilir ve istenilmeyen bir gebelik bu yaşlarda meydana gelebilir. Oluşan gebelikler hem anne hem de bebek hayatı için riskler yaratabilir.

Menepoza geçiş dönemindeki kanamalar bazen rahim kanseri veya rahim içi dokusunun kalınlaşması (endometrial hiperplazi)  gibi durumlara bağlı olabileceğinden mutlaka ileri tetkik edilmesini gerektirir.

Cinselliğe karşı ilgi azalması ve ağrılı cinsel ilişki

Bu dönemde sıklıkla karşılaşılan cinsel problemler cinsel ilgi ve isteğin azalması, orgazma ulaşmada zorluk ve cinsel uyarılmada zorluktur.

Menopozun meydana getirdiği vaginal değişikliklere bağlı olarak ilişki ağrılı (disparuni)  olur. Kadın cinsel ilişkiyi arzulamaz ve bunu yalnızca kocasına karşı yapılması gereken bir görev gibi görmeye başlar.

Cilt değişiklikleri

Deri estrojen hormonunun etkilediği organlardan birisidir. Estrojen eksikliğine bağlı olarak deride de bir takım değişiklikler oluşur.

Deride incelme ve elastikiyet kaybı en önemli değişikliklerdir. İncelmeler özellikle yüz bölgesinde belirgindir, buna bağlı olarak kırışıklıklarda artma her menopoz kadınının şikayetidir.

Kalp-damar sistemindeki değişiklikler

Menopoz öncesi yaşlarda kadınlarda kalp krizi ve damar sertliği (ateroskleroz) gibi kardiovasküler hastalıklar oldukça nadirken menapozla birlikte artar.

Yine, menepozla birlikte kadınlarda damar sertliği gelişim süreci hızlı bir şekilde ilerler. 60 yaşından sonra bir kadının kalp krizine yakalanma riski aynı yaşlardaki bir erkekle neredeyse aynıdır. 

Menepoz öncesinde kalp hastalıkları riskleri kadınlarda erkeklere göre az iken menopoza giriş ile birlikte artması 2000′ li yıllar öncesinde estrojen hormonu eksikliğine bağlanmaktaydı ve kadınlara kalp hastalıklardan korunmak amacıyla estrojen hormonu tedavisi uygulanmaktaydı.

Ancak 2002 yılında yapılan WHI çalışması sırasında menopoz döneminde estrojen tedavisi alan kadınların kalp hastalıklarından korunmadığı, bilakis kalp ve damar hastalıklarının arttığı izlendi. Bu nedenle günümüzde artık menapoz dönemindeki kadınlara kalp hastalıklarından korunma amaçlı (prolaktik) estrojen tedavileri verilmemektedir.

Myomlar

Myomlar rahim ve rahim ağzında görülen, rahim yapısında bulunan düz kas dokusundan gelişen selim (iyi huylu) tabiatlı tümöral yapılardır. Halk arasında “ur” diye adlandırılır. Myomlar bir bezelye tanesi büyüklüğünden basket topu büyüklüğüne her yerde bulunabilirler. Myoma uteri veya uterin fibroid diye adlandırılır.

20-35 yaş arasındadaki kadınların %20’sinde görülür. Yaş ilerledikçe, myom insidansında da artma olmaktadır. 35 yaş üzerindeki kadınların yaklaşık %40’ında myom vardır. Myomlara en çok 35-45 yaş grubu kadınlarda rastlanır. Ergenlik döneminde görülmesi çok ender bir durumdur. Rahimde myom olmasına rağmen gebelik de oluşabilir. Bu durumda, gebeliğin erken dönemlerinde yani ilk 3 ayında myom büyür. Daha sonra küçülebilir, değişmeyebilir veya büyümeye devam edebilir. Bunu önceden kestirmek zordur. Menopoz döneminde de myom görülme sıklığı düşüktür ve doğurganlık yaşlarında myom tanısı almış çoğu kadında menopoza girdiklerinde hastalıklarında hızla gerileme görülür.

Yapılan histerektomilerin (rahmin alınması ameliyatı) en sık nedeni (%35) myomlardır.

Bir kadının rahminde bir tek myom olabileceği gibi (buna myoma uteri denir) birden fazla sayıda myom bir arada da bulunabilir.(buna uterus myomatosus denir)

Myom tipleri:

1-Subseröz myomlar (rahmin dış tabakasında)
2-İntramural myomlar (rahmin orta tabakasında)
3-Submüköz myomlar (rahmin iç tabakasında)
En sık görülen myomlar intramural myomlardır.

Belirtiler:

Myomlar sıklıkla belirti vermezler. Rutin jinekolojik muayeneler sıraısnda tesadüfen tespit edilirler. Ancak; çoğu zaman büyüme ile orantılı olarak şu bulguları verebilirler:
Fazla adet kanamaları, adet düzensizliği (en sık şikayet)
Cinsel ilişki sonrası kanama
Adet arası dönemde ara kanama
Sık sık idrara çıkma
Karında büyüme veya şişlik
Adet dönemlerinde yada cinsel ilişki sırasında kuyruk sokumuna doğru ağrı
Fazla miktarda kanamalara bağlı kansızlık
Tüplerin yada rahmin ağzını kapayan myomlar kısırlığa neden olabilirler
Büyük myomlar barsaklara bası yaparak barsak içinde dışkının ilerlemesine engel olmak suretiyle kabızlığa neden olurlar.
Döllenmiş yumurtanın rahmin içinde gömülüp kalmasına engelleyici şekilde yerleşmiş myomlar tekrarlayan düşüklere neden olurlar.

Myomların gelişiminin vücuttaki hormonlarla yakından ilgisi vardır. Örneğin menopoza girildikten sonra hormonlarda azalma olduğu için myomlar çoğunlukla küçülürler. Myom gelişiminden başlıca östrojen hormonu sorumlu tutulmakla birlikte son yapılan araştırmalarda progesteron hormonunun da etkili olduğu gösterilmiştir.

Myom gelişimimi arttıran risk faktörleri:

– Siyah ırk
– Nulliparite (Doğum yapmamış olmak)
– Erken menarş (İlk adetin erken yaşta başlaması)
– Beslenme
– Obezite
– Alkol
– Ailesel yatkınlık
– Hipertansiyon

Egzersiz ve sigaranın myom gelişimini azaltan faktörler olduğu düşünülmektedir. Doğum kontrol hapları myom gelişimine karşı koruyucu etki gösterebilir.

Myomlar bazen dejenerasyon denen değişikliklere uğrayabilirler. Bunlardan en sık (%65) görüleni hyalen dejenerasyondur. Yağlı dejenerasyon, kistik dejenerasyon, gebelikte sık rastlanan kırmızı dejenerasyon (karneoz dejenerasyon), menopoz sonrası sık görülen kalsifik dejenerasyon diğer dejenerasyon tipleridir. Gebelikte görülen kırmızı dejenerasyonlar şiddetli karın ağrısına neden olabilirler.

Teşhis:

Myomlar çok küçük değilse çoğunlukla musayene sırasında elle hissedilirler. Ultrason ile myomlar çok iyi bir şekilde görülebilir ve boyutları ölçülebilir. Bazen serviksten (rahim ağzından) vajene doğru ilerlemiş myomlar spekulum muayenesinde görülebilirler. Bazen CT, MR, SİS, HSG, laparoskopi gibi diğer tanı yöntemlerine ihtiyaç duyulabilir.

Tedavi:

Myomlar genellikle küçük ve şikayete neden olmadıklarından tedavi gerektirmezler. Buna rağmen belirgin şikayet yaratanlar, doğurganlığı etkileyecek kadar büyüklükte olanlar veya kanser ya da benzeri habis (kötü huylu) tümörlerle karışabilecek özellikte olanlar tedavi gerektirirler. Myomunuz eğer küçük ise 6 ay arayla kontrol muayeneleri yapılmalıdır. Myomun büyüme hızı böylelikle takip edilmiş olunur. Tedavi için hemen hemen her zaman ameliyat uygulanır. Çok başarılı ve yaygın kullanılan bir ilaç tedavisi henüz yoktur.

İlaç olarak bir hormon olan GnRH Anologları nadir olarak kullanılmaktadır. Bunlar geçici olarak menopoz yaratırlar ve bu sayede myomların geçici bir süre için küçülmesini sağlarlar. Fakat etki kalıcı olmaz. Özellikle büyük myomlarda ameliyattan önce verilirse myomun küçülmesini ve ameliyatın daha kolay olmasını sağlayabilir. Fakat bunun yanında küçük myomların daha da küçülmesini ve ameliyat sırasında gözden kaçmasına sebep olabilir ve myomların ameliyatta uterus duvarından ayrılmasını güçleştirebilir.

Diğer nadiren ve daha çok araştırmalarda uygulanan ilaçlar: GnRH agonistleri, GnRH antagonistleri, mifepriston, danazol, gestrinon, selektif östrojen reseptör modulatörleri, selektif progesteron reseptör modulatörleri, levonorgesterol içeren RİA (mirena)

Myomektomi ameliyatı:

Myomun uterus (rahim) duvarında basitçe sıyrılarak çıkartılması işlemidir. Laparoskopik yada açık olarak yapılabilir. Çocuk isteyen kişilerde rahmin korunmasını sağlayan bir yaklaşımdır. Myomektomi ile myomları alınmış bir kişide 5 yıl içerisinde tekrar myom oluşma riski %50-60 kadar bulunmuştur, bunların dörtte birinde (%10-15) tekrar ameliyat gerekmiştir. Bu işlem uterus duvarında incelmeye neden olabileceğinden sonraki gebeliklerde normal (vajinal) doğum yerine sezeryan tercih edilmek zorunda kalınır. Myom çıkartıldıktan 6 ay sonra hasta arzu ederse gebeliğe izin verilir.

Histerektomi ameliyatı (Rahmin alınması) :

Hızla büyüyen yakınmalara yol açan myomları olan, ileride gebelik düşünmeyen hastalarda uygulanan bir yöntemdir. Rahim myomla beraber tamamen alınır. Hastanın menopoza girmesini önlemek için yumurtalıklar alınmadan bırakılabilir.

 

Myomların tedavisi için çoğunlukla ameliyat uygulanmakla birlikte yapılan çalışmalar ve araştırmalar bazı yeni tedavi yöntemlerinin uygulanmasını sağlamaktadır. Bunlara örnek olarak ülkemizde de uygulanan uterin arter embolizasyonu veya uterin arter oklüzyonu veya myoliz gibi yöntemler verilebilir.

UTERİN ARTER EMBOLİZASYONU rahme (uterusa) kan götüren atar damarların özel tekniklerle tıkanması işlemidir. Uterin arter embolizasyonu ile myomlara giden kan azalır ve bu sayede myomlar küçülür. Ameliyat lokal anestezi ile damardan girilerek yapılır, karın açılmaz.

Daha yeni ve henüz araştırma aşamasında olup ülkemizde uygulanmayan bir yöntem de “MR Eşliğinde Uygulanan Odaklanmış Ultrason Sistemi (MR Guided Focused Ultrasound)” yurtdışındaki ismi aile “ExAblate® 2000 System” dir. Bu yöntemde magnetik rezonans görüntüleme (MR) ile myomların yeri görüntülenerek ultrason dalgaları ile myomda doku yıkımı yapılmaya çalışılır. Hasta ameliyat edilmeden dışarıdan yapılan bir yöntemdir. Rahim alınmadığı için çocuk istemi olan hastalarda uygundur.

Doğumdan Sonra Myomlarım Küçülür Mü?
Myomlar doğumdan sonra rahmin kanlanması azalacağı için ve hormon seviyeleri düşeceği için çoğunlukla küçülür ancak her zaman küçülmeyebilir.

Miyomlar kansere dönüşebilir mi?
Myomlar kanser değildir, iyi huylu (benign) tümörlerdir. Kansere dönüştüklerine dair herhagi bir kanıt yoktur.

Myomlar ameliyattan sonra tekrar oluşur mu?
Myomların oluşmasında genetik faktörler çok önemlidir. Bu yüzden myom üretmeye yatkın bir rahim (uterus) tekrar myom üretebilir. Ameliyatta myomların tamamı alınsa bile tekrar yeni myomlar oluşabilir. Ayrıca ameliyatta tüm myomların alındığı düşünülebilir ama gözle farkedilmeyecek kadar küçük myomlar uterus içerisinde olabilir ve bunlar ameliyattan sonra zamanla büyüyüp farkedilir hale gelebilir. Büyük bir kaç myomu olanlara göre küçük çok sayıda myomu olanlarda tekrarlama riski daha fazladır. Ortalama tekrar myom oluşma oranı %15 kadardır.

Orgazm

Kadında Orgazm

    Cinsel uyarılma ve takip eden orgazm, Masters ve Johnson un 1966 da gönüllü bireylerde yaptıkları orijinal çalışmada hem erkekler, hem de kadınlarda ayrıntılı olarak incelenmiştir ve dahası, bu orijinal çalışmayı günümüze kadar daha ayrıntılı olan bir çalışma takip etmemiştir. Cinsel uyarılma ve orgazm ile ilgili bilgilerimizin tümüne yakınını bu iki bilim adamının çalışmasından edindiğimizi rahatlıkla söyleyebiliriz.

Orgazm nedir?

Orgazm olgusunu tarif etmek zordur. Orgazm, çeşitli cinsel uyaranlarla beynin uyarılması ile başlayan ve uyaranların etkisiyle kişide hem bedensel hem de ruhsal olarak algılanan bir “histir”.

Orgazm oluşumu için en önemli uyaran dokunsal olanlar olmasına karşın (cinsel ilişki ve kendi kendini tatmin dokunsal uyaran türleridir) sadece görsel veya işitsel uyaranlarla orgazm olunması da özellikle kadınlarda imkan dahilindedir.

Orgazmın işlevi nedir? 

Orgazm oluşumu için cinsel uyaranlarla cinsel birleşmeye hazırlanan beden ve ruh ikilisi, kendi kendini tatminle veya cinsel ilişkiyle kişinin haz almasını sağlamaktadır.

Erkekte orgazm sperm kanallarının açılarak spermin dışarı boşalmasını sağlar ve bu nedenle orgazm erkeğin üreme işlevlerinin çok önemli bir parçasını oluşturur.

Bilimsel olarak gebelik oluşması için kadının orgazm olmasının şart olduğu şeklinde bir bilgi yer almamakla beraber son veriler orgazm esnasında oluşan rahim kasılmalarının spermlerin Fallop tüplerine daha kolay geçtiğini göstermektedir.

Orgazma giden yolda kadın cinselliğinin evreleri 

Masters ve Johnson yaptıkları çalışmalarda kadında cinsel uyarılmayla başlayan ve orgazm ile sonuçlanan sürecin dört ayrı evreye bölünebileceğini saptamışlardır. Gerek normal cinsel işlevlerin anlaşılması, gerekse cinsel işlev bozukluklarının sınırlarının çizilebilmesi açısından bu evreleme kendini tanımak isteyen bir kadının olduğu kadar, konuyla ilgilenen diğer kişilerin de faydalanabileceği net bilgiler içermektedir.

Bu evrelemeye göre kadın cinsel ilişki esnasında aşağıdaki evrelerden geçer

·         Uyarılma Evresi

·         Plato Evresi

·         Orgazm Evresi

·         Çözülme Evresi

    Bu evreler kadında ve erkekte oldukça benzerdir. Her bir evrenin devam etme süresi kadından kadına bariz değişiklikler gösterebilir ve birbirini ardı ardına takip eden bu evrelerden biri yaşanmadan diğerine geçiş olamayacağı kabul edilir. 

Bu evre cinsellik dürtüsünün kişide cinselliği yaşama ihtiyacı ortaya çıkarmasıyla başlar. Kişide hayali veya gerçek uyaranlar cinsellik arzusunu ortaya çıkarmıştır. Kadın fiziksel (partneri veya kendisi tarafından direkt uyarılma) veya psikolojik (görsel, düşsel ve benzeri uyaranlarla uyarılma) olarak uyarıldığında ortaya çıkan cinsellik yaşama arzusuyla başlayan evredir.

Cinsellik arzusu ortaya çıktığında eğer bu arzu engellenmezse tüm bedende cinselliğe hazırlık için değişiklikler başlar. Kadının vajinal salgıları cinsel uyaranın başlamasıyla saniyeler içinde belirgin olarak artar, vajina girişindeki Bartholin salgı bezleri faaliyete geçer. Klitoris ve dudaklarda büyüme ve şişme, göğüs bölgesinde ve memelerde kızarma meydana gelir. Vajina uzar ve genişler, dış dudaklar birbirinden uzaklaşır, rahim yükselir.

Genital sistemdeki bu değişikliklerin genel amacı kadının bedensel olarak cinsel ilişkiye hazırlanmasını sağlamaktır.

Kadında bu evrede kalp atışları hızlanır ve solunum sayısı artar, kan basıncı yükselir. Vücuttaki kas grupları kasılmaya başlar. Memeler ve meme uçları da büyüyerek daha belirgin hale gelir. Bazı kadınlarda yüzde, boyunda ve göğüste kızarmalar meydana gelir.

Erkekte uyarılma evresi penisin ereksiyonu (sertleşmesi) şeklinde gerçekleşir.

Uyarılma evresinin temel amacı kadının bedensel olarak cinsel ilişkiye hazırlanmasını sağlamaktır. Genital bölgedeki bu değişikliklerin tümü bölgede kan akımının belirgin bir şekilde artması sonucunda ortaya çıkar.

Bu evrede cinsel gerginlik ve erotik duygular yoğunlaşır. Cilt değişiklikleri daha belirgin hale gelir, memeler ve meme uçları daha fazla dikleşir. Dudaklar da daha çok şişerek koyu kırmızı bir renk alırlar. Vajinanın alt 1/3 lük kısmı şişip kalınlaşarak “orgazmik platform” adlı yapıyı meydana getirir. Rahim tümüyle yukarı çıkmıştır. Vajinanın üst kısmında genişleme ve uzama meydana gelir

Yeterli uyaran olduğunda bu dönem orgazmla son bulur.

Erkekte plato evresinde penisten berrak ve kaygan bir sıvı gelir. Bu sıvının içinde az sayıda canlı sperm bulunabileceğinden kadının erkek boşalmadan bile (“geri çekme” yönteminde olduğun gibi) gebe kalması imkan dahilindedir.

Plato evresi cinsel ilişkinin en aktif dönemlerinden biridir ve uyarılmayla başlayan cinsellik dürtüsü ve takip eden cinsellik dışavurumu (kendi kendini tatmin veya cinsel ilişki) bu evrenin sonunda orgazmla sonuçlanır.

Plato evresinin dıştan gözlenebilen en önemli özelliği orgazm evresine yaklaşıldıkça bir önceki evrede büyümüş olan klitorisin küçülme eğilimi göstermesidir. Plato evresinin sonlarına gelindiğinde klitoris orijinal boyutunun yarısına kadar küçülebilir. Bu küçülme, orgazmın yaklaştığını gösteren önemli bulgulardan biridir. Bu evrenin süresi kadından kadına, hatta bazen aynı kadında bir cinsel eylemden diğerine belirgin değişiklikler gösterebilir.

Orgazm evresi, önceki evrelerde “artmış olan gerginliğin boşaltılması” şeklinde tarif edilebilir. Orgazm esnasında vajina, perine, anüs ve orgazmik platformda yer alan kaslardan kaslarda istemsiz ve şiddetli kasılmalar ortaya çıkar. Bu kasılmalar ortalama 0.8 er saniyelik aralıklarla ortaya çıkarlar ve toplam dört saniye kadar kısa sürebilecekleri gibi, 15 saniye kadar uzun da sürebilirler. Kasılmalara vajinanın daha da genişleyerek boyunun uzaması eşlik eder ve nihayet rahimde de kasılmalar ortaya çıkar. Rahim kasılmaları bazı kadınlar tarafından belirgin şekilde hissedilirler.

Yukarıda bahsedilen kasılmalar kadının orgazm hissi yaşamasını sağlar.

Orgazm oluştuğunda cilt kızarıklığı en üst seviyeye ulaşır. Kadının yüz kasları da kasılır ve acı çekiyormuş gibi bir görünüm arz edebilir.

    Orgazm esnasında kadın vücudu adeta “kaskatı kesilir”. Kalp hızı, solunum hızı ve kan basıncı yüksek seyretmeye devam ederler. Kadınların çoğu bu aşamada bel bölgesinde, “beyinlerinde” ve genital bölgelerinde değişik bir karıncalanma hissinden bahsetmişlerdir.

·         Refrakter peryod

Orgazm sonrası erkeklerde oluşan refrakter periyod (cinsel uyaranlara kayıtsız kalınan, yani yeni bir cinsel ilişkiye başlamanın mümkün olmadığı dönem) genç erkeklerde bir kaç dakika sürerken, daha ileri yaşlarda birkaç saate kadar çıkabilir. Bu süre bireyler arası belirgin farklılıklar gösterebilir.

Kadınlarda genellikle refrakter peryod yoktur veya çok kısadır ve kadınlar ardı ardına defalarca orgazm olabilirler.

    Kadınların yalızca az kısmı vajinal yolla orgazm olabilir. Birçok kadında, orgazma ulaşmak için direkt klitoris uyarısı gereklidir. 

    Orgazmla birlikte uyarılma evresinde biriken tüm gerginlik kaybolur. Kişi beyinden orgazm esnasında salgılanan endorfinlerin (“mutluluk hormonları”) etkisiyle gevşer ve kendini iyi hisseder. Takiben uyarılma evresinde ortaya çıkan değişikliklerin tümü “çözülerek” geri döner. Tüm bu geri dönüş süreci 5-10 dakika sürer. Çözülme evresinde tüm değişiklikler geri döner. Kadınların çoğunda orgazm sonrası klitoris ve meme uçları hassaslaşır ve ağrıya duyarlı hale gelir

Osteoporoz (KEMİK ERİMESİ)

Osteoporoz yani kemik erimesi kemik doku yogunluğunun azalması nedeniyle dayanıklığının azalması, yani kalitesinin düşmesidir. Kemik erimesinin şiddeti arttıkça kemik kırılganlığı da artmaktadır. Osteoporoz ciddi ve sinsi bir hastalıktır. Bu yüzden kemik erimesi, zamanında yakalanıp önlenmezse sakatlıklara ve ölüme neden olur.

Kemik kalsiyum ve proteinden oluşan yaşayan ve gelişen bir olaydır. Bir yandan yeni kemik düşerken bir yandan eskiler yıkılır.Gelişme döneminde kemik yapısı zamanla artar ve kemikler güçlenir belli bir yaştan sonra (kişiden kişiye değişir) bu kemik yapısı azalır ve durur. Zaman içinde yavaş yavaş kemik dokusu zayıflar ve yaş ilerledikçe kemikler incelir.Böylece kemikler kırılgan hale gelir. Kemik kaybı sıklıkla bel kemiklerinde, el bileğinde ve kalça bölgesinde görülür. Bu bölgeler ileri yaşlarda kırıklarında sık görüldüğü bölgelerdir.

Kemik kütlesi genellikle 35 yaşından itibaren başlar. Büyüme tamamlandıktan sonra kadınlarda kemik dokunun % 30-50 erkeklerde % 20 – 30 ‘u zaman içinde kaybolur. Kadınlarda menapoz bu kemik kaybını hızlandıran bir faktördür.

OSTEOPOROZ TİPLERİ

* TİP 1 : 50 – 75 yaş arası kadınlarda görülür.Kemik iliğindeki kayıp fazladır.Omurga ve el bileği kırıkları daha sıktır. Hormon değişiklikleri vardır.
* TİP 2 : 70 yaş üstünde görülür. Kadın ve erkeklerde eşit oranda görülür.Kemik bütününde kayıp vardır. Kemik bölgesinde kırık riski yüksektir. Genellikle kadınlarda menapoz onrası dönemde daha sık görülür. Fakat erkeklerde ve bazı hastalıklar sonucu her yaşta insanlarda görülebilir. Osteoporozun kesin neden olduğu tam olarak bilinemez. Fakat bazı faktörler osteporozu hazırlar.

* Yaşlanma
* Hareket azalması
* Östrojen hormonu seviyesinin azalması
* Kortizon kullanımı
* Aşrı tiroid hormonu
* Aşırı alkol alınması
* sigara kemik kaybını arttırır.

OSTEOPOROZ OLUP OLMADIĞIMIZI NASIL ANLARIZ?

Birçok kişi kemik kaybı olduğunun farkında değildir ancak kırık oluşunca fark eder. Normal şartlarda anlamayız kemik kaybı çok yavaş oluşan bir olay olduğu için belirgin şikayetlere yol açmaz . Osteoporozda ilk bulgular boy kısalması, omuzlarda ve kalçalarda yuvarlaklaşma ve bel – sırt ağrısıdır. Hastalıktan şüphelenilmesi halinde kemik ölçümü yapılmalıdır.

KEMİK ÖLÇÜMÜ NEDİR?

Kemiğin ölçümü kemiğin içindeki minarelleri ölçebilen bir alet ile yapılan bir tetkiktir. Genellikle dual energy x- ray prensibi ile çalışan densitometre denen cihazlarla ölçülür. Tetkik süresi yaklaşık 15 – 20 dakikadır. Standart olarak kalça , bel veya her iki bölgeden ölçümler yapılır. Tetkik ağrılı ve sıkıntılı değildir ve bilinen bir riski yoktur.
Bu tetkik sadece kemiklerde mineral yapıyı gösterir fakat kemiğin mikroskopi yapısını göstermez . Bundan dolayı kemik gücünün kesin durumunu belirtmez . Ölçüm sonuçları toplumdaki normal kişilerin kemik yapıları ortalamasına göre yapılır. Bu tetkik kemiğin kırılmaya yatkınlığını gösterir fakat ne zaman olacağını göstermez.
Kemik yoğunluğu yaş ilerledikçe azalır. Yaşlıların pek çoğunda kemik yoğunluğu gene erişkinlere oranla azalmıştır. Bir çalışmaya göre kadınların % 66 sında 40 yaş üstünde osteoporoz veya osteoporoza yatkınlık vardır. (genç erişkinlerle mukayese edildiğinde)

Kemik Ölçümü;

Normal: Genç sağlıklı popülasyonda standart sapma -1 in altında olmasıdır.
Düşük kemik kütlesi (ostoponi): Genç sağlıklı popülasyonun ortalama değeri -1 ile -2.5 SD arasında olmasıdır.

Osteoporoz: Genç sağlıklı popülasyonun ortalama değerinin -2.5 SD nin üstünde olmasıdır (yani kemik kaybı normal insanlara göre % 25 daha fazladır). Ağır osteoporoz: Osteoporozoa bağlı kırığı olanlar bu gruptadır.

KEMİK ÖLÇÜMÜ NİYE OSTEOPOROZ İÇİN KESİN BİR TANI METODU DEĞİLDİR

Çünkü kemik kuvveti kemik yoğunluğu ve kemiğin mikroskopik yapısının ortak göstergesidir. Bir tetkik ile sadece yoğunluğu ölçe biliriz . Yani her kemik yoğunluğu azalan kişide mutlaka kırık oluşacak demek değildir. Bunun yanı sıra kemik yoğunluğu azalması kemik kırığı riskini riskini arttıran sebeplerden sadece bir tanesidir. Az hareket dengesiz beslenme ilaç kullanımı denge sorunu diğer bazı hastalıklarda kemikte zayıflama yapabilir.Bugünkü tedavi metotları kemik kaybını yavaşlatır fakat kaybolan kemik dokusu yerine konulamaz.
Kemiklerimizi korumalıyız.Osteoporozun en etkili tedavisi kemik kaybının önlenmesidir.
Genel olarak söylemek gerekirse bazı basit önlemlerle kemik kaybı yavaşlatılabilir. Kemik yoğunluğunuz ne olursa olsun yeterli kalsiyum almak iyidir, düzenli egzersiz yapmak , sigara içmekten kaçınmak aktif olun ve gereksiz ilaç kullanmayın.

KEMİK KAYBINI ÖNLEMEK VE KIRIK RİSKİNİ AZALTMAK İÇİN

* Yeterli kalsiyum ve D vitamin alın
* Sigara içmeyin
* Ani kilo kaybından kaçının
* Düzenli egzersiz yapın

KIRIK RİSKİNİ AZALTMAK İÇİN

* Düzenli egzersiz
* Alkol kullanmayın
* Uygun ve kaymayan ayakkabı giyin
* Görme bozukluğu takılıp düşmeye neden olur bundan dolayı göz muayenesi olun ve dereceli gözlüğü kullanın
* Evde takılabilecek ayak altı cisimleri kaldırın ( oyuncak, elektrik kordonu vb. )
* Uyku hapı veya sakinleştirici ilaç kullanırken sokağa yanımızda biriyle çıkın halsizlik veya dikkatsizlik neticesinde düşebilirsiniz.
* Doktorunuzla konuşun ve yaşam sitilinizi ve diyetinizi düzenleyin
* Hormon tedavisi gerekiyor mu
* Başka ilaç tedavisi gerekiyor mu

OSTEOPOROZ (KEMİK ERİMESİ) HAKKINDA BİLMEK İSTEDİKLERİNİZ

Osteoporoz (kemik erimesi) nedir?
Osteoporoz, kemiğin mineral ve matriks yönünden azalması ve yapısının değişmesiyle kolay kırılabilir hale gelmesidir.

Osteoporoz yeni keşfedilmiş bir hastalık mıdır?
Yaşlı nüfusun artışıyla, geçmişte dikkat çekmeyen bu hastalık, kırıklara neden olarak bireylerin hayat kalitesini de etkilediğinden, giderek dikkat çekmiş, önem kazanmıştır. Ağır bedensel aktivitelerin azalması, ortalama ömrün uzaması, insanların daha ince ve narin görünme isteği bu hastalığın sıklığını ve önemini artırmıştır.

Osteoporoz nasıl oluyor?
Kemik devamlı olarak yapılan ve yıkılan, kendini yenileyen bir organdır. Gençlerde kemik yapımı, yıkımına eşittir. Yaş ilerledikçe giderek yıkım, yapımdan daha fazla olur ve kemik kitlesi azalır. Kadınlarda östrojen denilen hormon kemiklerin yıkımını önlemektedir. Adetten kesilmeyle (menopoz), bu hormon azaldığından kemik yıkımı artar. Çocuk ve genç erişkin, yeterli kalsiyum almıyor, güneş ışınlarına yeteri kadar maruz kalmıyorsa, kemik kitlesi azdır. Mevcut kemik kitlesi menopoz sonrası dönemde kolaylıkla kaybedilir. Osteoporoz için kalıtsal bir yatkınlık da vardır, hatta bazen bu yatkınlık çevresel ve hayat tarzı ile ilgili faktörlerden daha önemlidir.

Menopozun hangi devresi osteoporoz için önemlidir?
Kemik kaybı, menopozun ilk 5 yılında en fazladır. Sonraki yıllarda kemik kayıp hızı azalarak devam eder.

Cerrahi veya doğal menopozda, osteoporoz gelişme riski farklı mıdır?
Ameliyatla yumurtalıkları alınan ve hormon tedavisi almayan kadınlarda ve menopoza erken giren kadınlarda osteoporoz riski yüksektir.

Osteoporozun bana zararı ne olabilir?
Osreoporoz kemikleri kolay kırılabilir yapar, kalçanın veya omurların kolaylıkla kırılmasına, boy kısalmasına, kamburlaşmaya, sırt ağrılarına, göğüs kafesinin şekil değişikliğine ve hacminin azalmasına neden olur. Küçülmüş göğüs kafesi kalp ve akciğerin normal çalışmasını engeller. Kalça kırıkları ameliyat gerektirir, ameliyat sonrası kemiğin kaynaması da zordur. Kaynamayan kemikler, hastanın yürüyememesine, başkalarına bağımlı olmasına ve hareketsizliğe neden olarak kemiğin daha da erimesine neden olur.

Osteoporozum var mı? Nasıl anlayabilirim?
Kemik kitlesi, 10-15 dakika gibi kısa bir sürede ölçülebilir. Ölçüm, ağrı veya herhangi bir rahatsızlığa neden olmaz. Osteoporoz ilerlediği zaman düz röntgen filmlerinde de görülebilir. Hastalığın yada tedavinin ilerlemesini görmek için kemik yoğunluğu ölçülmelidir. Kemik dansitometresinin yanında mutlaka düz röntgen filmleride çektirilmelidir.

Osteoporozu kolaylaştıran faktörler nelerdir?
Kalsiyum eksikliği, D vitamini eksikliği, sigara içilmesi, fazla alkol alınması, bazı ilaçlar, aşırı kafein alınması kemik yapan hücrelere zararlıdır. Bazı hastalıklar, hareketsiz yaşantı kemik erimesi riskini artırır.
Osteoporoz kadınlarda erkeklere, ince yapılılarda şişmanlara ve kısa boylularda uzun boylulara göre daha çok görülür.

Sigara ile osteoporozun ilişkisi nedir?
Sigara kemik yapan hücreler için zararlıdır, kemik erimesi yapar. Sigara miktarı ve kullanım süresi ile kemik kitlesi kaybı orantılıdır. Sigara içen kadınlarda menopoz da daha erken olur.

Osteoporoz ve Egzersiz

Fiziksel aktivite kemik kitlesini artırır. Hareketsiz veya yatağa bağımlılarda kas kitlesiyle birlikte kemik kitlesi de azalır. Osteoporozlularda düzenli egzersiz kemik kitlesini artırır.
Gıdalarda Kalsiyum var mıdır? Yoksa ilac olarak mı alınmalıdır?
Süt ve sütten yapılmış gıda maddelerinin kalsiyum içeriği yüksektir. Her gün belirli miktarlarda, çocukluktan itibaren tüketilmelidir. Yaşlılar, iyi beslenemediğinden kalsiyum, ilaç olarak günde 1-1.5 gr olarak alınmalıdır. Ayrıca menopoz ve emzirme döneminde ilave kalsiyum alınabilir.

D vitamininin osteoporozda önemi nedir?
Kalsiyumun barsaktan emilebilmesi için D vitamini gereklidir. Derimizde mevcut aktif olmayan D vitamini, güneş ışınları ile aktif hale geçer. Güneşe yeterli maruz kalmamışlarda, D vitamini eksikliği olur, kalsiyum barsaktan emilemez. Güneş ışığının az olduğu ülkelerde süt, D vitamini ilave edilerek satılmaktadır. Bazı ülkelerde (Suudi Arabistan ve İran gibi) geleneksel olarak vücudun her tarafının giysi ile kapatılması, kadınları da D vitamini eksikliğine sebep olarak osteoporozun kadınlarda çok erken yaşlarda görülmesine neden olmaktadır. Yaşlıların evden fazla çıkmamaları sonucu, güneşe maruz kalamamaları, osteoporozu daha da kolaylaştırır.

Osteoporoz sadece kadınlarda mı olur?
Osteoporoz erkeklerde de görülür. Erkeklik hormonu kemikleri erimeye karşı korumasına karşın, 60 yaşına ulaşmamış erkeklerin % 10′ unda da osteoporoz vardır. 65 yaş sonrasında ise risk kadınlardaki kadardır. Risk faktörleri olanlar, yaygın kemik ağrıları olduğunda osteoporoz olup olmadığının anlaşılması için doktorlarına başvurmalıdır.

Osteoporoz tanısı konanlarda tedavi ile kemikler normale dönebilir mi?
Osteoporotik kemikler, genellikle mevcut tedavilerle tam normale dönemeyebilir. Fakat kaçınılmaz olan kemik kaybı, tedavi ile durdurulabilir, hatta bazen bir miktar kemik kazanılır. İlaç tedavisi ve düzenli egzersiz ile kemik kitlesi artırılır, ayrıca düşmelerin önlenmesi için gerekli tedbirlerin alınması kırık riskini önemli ölçüde azaltır.

Osteoporozlu hastalarda kırıklar en sık nerede olur ?
Osteoporozdan en fazla etkilenen kemikler omurga, kalça, el bilek ve omuz kemikleridir, kırıklar en sık bu kemiklerde olur. El bileği ve omurga kırıklarının tedavisi oldukça kolaydır ancak kalça kırıklarının ölüme bile yol açan ciddi komplikasyonları vardır.

Osteoporozlu hastaların düşme, çarpma gibi bir neden olmadan da kırıkları olabilir mi?
Nadiren belirgin bir neden olmaksızın veya şiddetli olmayan düşme ve çarpmalarla osteoporotik kemikler kırılabilir. Özellikle omurga kırıkları bazen hiçbir sebep yokken olur ve hiçbir belirti vermez.

İlerde osteoporotik olmamak için ne yapmalıyım?

* Çocukluktan itibaren kalsiyumdan zengin diyet, menopozda ve yaşlılıkta diyete ek kalsiyum alın.
* Yürüyüş, merdiven çıkma, yüzme gibi egzersizler yapın. Haftada enaz 3 gün sert adımlarla 30-45 dk yürüyün.
* Ağırlık taşımanın da faydasıı vardır. Onun için, çarşı filelerinizin bir kısmını, eğer sağlığınızı bozmayacaksa (kalp hastalığı gibi) kendiniz taşıyın.
* Güneşli günlerde, açık havada cildinizi güneşe maruz tutun.
* Sigara, alkol ve kemik yıkımını artıran ilaçlar kullanmaktan kaçının.
* Menopoza girince, almanız sakıncalı değilse uzun süreli (5-10 yıl) hormon tedavisi kullanın.
* Kortizon, heparin, antiepileptik gibi ilaçlar kullanırken bir uzmandan yardım alın.
* Kemik metabolizmasını etkileyen hastalığınız varsa uygun ve erken tedavisini sağlayın.

Menopoza girmek üzere veya menopozda olanlar nasıl tedavi otmalıdır?
Menopoza girildiğinde doktorunuzla hormon tedavisinin sizin için uygun olup olmadığını tartışın. Bu konuda bir jinekolog veya endokrinolog tan yardım alabilirsiniz.
Bugün için hormon tedavisindeki yaklaşımla, rahim kanseri olma olasılığını ortadan kaldırmıştır. Fakat meme kanseri yapma oranı düşük de olsa vardır. Hormon tedavisi kalp hastalığından ve erken bunamadan kadını korur. Meme kanseri olma korkusu ile hormon almama sonucu oluşacak sağlık sorunları çok fazladır. Çünkü hormon tedavisi olmayan kadınların enfarktüsten ölme riskleri, meme kanserinden ölme riskinden daha yüksektir.

Osteoporoz tedavisinde amaç nedir?
Osteoporoz tedavisinde amaç mevcut kemik kitlesinin korunması veya artırılması, kırıkların önlenmesi ve varsa tedavisidir.

Polikistik Over Sendromu

Polikistik overli kadınlarda yumurtalıkların ultrasonografide özel bir görünümleri vardır.

 

    Yumurtalıkların kenarında yerleşmiş çok sayıda yumurta(antral follikül) taslağı bulunur. Bu tip kadınların bir kısmı normal adet görürler, hormonlar ve yumurtlama ile sorunları yoktur. Bazen de, bu overlere sahip kadınlarda adetler yılda 2-4 defa olabilir, buna bağlı olarak yumurtlama ya çok seyrek olur ya da hiç olmaz. Bu duruma tüylenme, kilo alımı eşlik edebilir

Eğer adet azlığı şişmanlık ve tüylenme ile birlikte ise bu tip kadınlarda polikistik over sendromu (pcos) denilen özel bir durum ortaya çıkar, ayrıca diabet ve hipertansiyon riski de artmıştır.

PCOS veya PCO olsun bu tip kadınlarda yumurta geliştirmek için verilen ilaçlarla bazı zorluklar ortaya çıkabilir. Şöyle ki: Verilen düşük doz ilaçlara rağmen yumurta gelişmesi olmaz, ilaç dozunu biraz artırınca çok aşırı sayıda yumurta taslağı gelişmeye başlar. Burada dengeyi bulmak bazen çok zahmetli olabilir.

Özellikle aşılama için yapılan tedavilerde en fazla 1-3 arası istenen yumurta sayısı aşıldığı için tedavi iptal edilir. Çünkü bu tip hastalarda yan etkiler bölümünde bahsedilen OHSS ve çoğul gebelik riski artmıştır.

PCO’lu hastalarda 2-3 denemeden sonra uygun dozun bulunup istenen sayıda yumurta geliştirilmesi mümkün olabilir.

PCO ve PCOS bulunan hastalarda tüp bebek başarı ihtimali oldukça yüksektir. Buna karşılık ovaryan hipersitümülasyon sendromu (OHSS) riski artar, bu durum çok dikkatli bir takiple ve bazı kurallara uyarak önlenebilir.

PCOS’lu hastalara son yıllarda OHSS’ye karşı, invitro maturasyon (İVM) adı verilen yöntemle minimal ilaç kullanılarak tüp bebek uygulanabilmektedir.

Polikistik over sendromu (PKOS) ne demektir?

Kadınlardaki en yaygın hormon düzensizliğidir. Ayrıca bu hastalık yumurtlama bozukluğuna bağlı infertilitenin (çocuk sahibi olamama durumu) en sık görülen nedeni olarak da kabul edilmektedir. İlk kez 1935 yılında Stein ve Leventhal adlı araştırmacılar bu tabloyu tanımlamış olduğu için hastalık tıp literatüründe Polikistik over hastalığı veya Stein-Leventhal sendromu olarak da bilinir. Hastalığın menapoz durumu ile hiç ilgisi yoktur. Tam tersine yumurta rezervi, yaşıtı olan kadınlara göre 3-4 kat daha yüksektir.

Toplumda sıklığı nedir?
Doğurganlık çağındaki kadınların yaklaşık %3-10’unda rastlanır. Kıllanma artışı olan kadınların ise yaklaşık %75’inde bu durum söz konusudur. Yakınmalar ergenlik döneminde başlayabilir ve zamanla artabilir.

Nasıl veya neden oluşur?
Oluşma nedeni veya mekanizması halen kesin olarak bilinmemektedir. Kabaca bu hastalarda 3 rahatsızlık söz konusudur. Birincisi yumurtlamanın olmaması (anovulasyon ) dır. Bunun sebebi bazı hormonların, özellikle androjenlerin (erkeklik hormonları) fazla miktarda salgılanmasıdır. Artan androjenler yağ doku sunda estrojenlere (kadın hormonları) dönüşmekte ve estrojen fazlalığı da, beyin üzerinden, bazı hormonal mekanizmalarla yumurtlamayı durdurmaktadır. İkinci rahatsızlıkta artan erkeklik hormonları aynı zamanda kıllanmada artış yaratmaktadır. Üçüncü rahatsızlık ise hastaların %25-75’inde görülen insülin hormonuna karşı dirençtir. Bu yüzden bu hormonun kan düzeyinde yükselme söz konusudur. Bu da beraberinde kalp damar sistemi üzerinde bazı olumsuzluklar getirmektedir.

    Riski artıran faktörler arasında şişmanlık ve fiziksel aktivite azlığı gibi hayat tarzına bağlı nedenler, ailede şeker hastalığı veya PKOS öyküsü olması sayılabilir.

Rahim Ağzı Yaraları (SERVİSİTLER)

Halk arasında rahim ağzında yara olarak bilinen “servisit” en sık karşılaşılan jinekolojik problemlerden birisidir. Genel anlamı ile servisit rahim ağzı dokusunun iltihabıdır.  Sıklıkla bir enfeksiyona bağlıdır, ancak bazen irritasyon ya da travma sonrası da ortaya çıkabilir.

Kadınların yarısından fazlası hayatının bir döneminde bu hastalığa yakalanır. Yaşı ne olursa olsun cinsel yönden aktif her kadın servisit için uygun bir adaydır.

Kasık ağrısı ve vajinal akıntısı olan kadınların çoğunda başka bir hastalıkla bir arada ya da tek başına servisit bulunabilir.

Belirtileri diğer pek çok hastalığa benzediği ve spesifik yakınmalar yaratmadığı için kişinin kendi kendine servisitten şüphelenmesi zordur. Genelde başka bir nedenden dolayı yapılan jinekolojik muayene ile fark edilir.

Belirtiler

Servisitin ilk belirtisi adet kanamasının bitişini takip eden dönemde ortaya çıkan vajinal akıntıdır. Diğer belirtiler arasında anormal vajinal kanama, kaşınma, vajinada yanma, ilişki esnasında ağrı, ilişki sonrasında kanama, idrar yaparken yanma ve bel ağrısı bulunur.

Hafif vakalarda herhangi bir bulgu olamayabilir ancak olay ilerledikçe kötü kokulu ve iltihabi bir akıntı ortaya çıkar.

Uzamış ve tedavi edilmemiş bir servisit mukus (serviks salgısı) yapısını kötüleştirerek spermlerin servikal kanala girişini bozabilir ve bu şekilde kısırlığa yol açabilir.

Kısırlık tedavisinin ilk aşaması serviks ve vajendeki enfeksiyonların düzgün şekilde giderilmesidir.

Servisiti olan kadın gebe kalırsa da düşük ve erken doğum riskleri vardır. Ayrıca bu tür annelerden doğan bebeklerde doğum sonrası akciğer ve göz enfeksiyonları da normalden daha fazla görülür.

Tanı

Yalnızca bir jinekolojik mauyene bile önemli derecede fikir vericidir.  Servikste en sık karşılaşılan problemler; Servisit ve Servikal “ektoprion” denilen iç epitelin dışa taşınması durumlarıdır Servisit, yani serviksin iltihabı, vücudun normal çalışan savunma mekanizmalarının bir sonucu gelişir.

Herhangi bir dokuda yaralanma, irritasyon ya da enfeksiyon olduğunda beyaz kan hücreleri yani akyuvarlar o bölgeye göç ederler ve bu bölgedeki kan akımı artar. Bu olay serviskte olduğunda, normalde açık pembe olan serviks kızarır ve şişer. Bu durum muayenede yara şeklinde görülebilir.

Servisit tanısı genelde jinekolojik muayene ile konsa da tanıdan emin olmak ve kesin tanı koyabilmek için bazı ek tetkikler gerekebilir.

Serviksteki lezyonları tanımak çok önemlidir. Nitekim bazan Serviks kanseri  de özellikle erken evrede servikal yaralar ile karıştırılabilmektedir.

Servisit Tanısında Kullanılan Testler

Smear

Servikal enfeksiyonu ve erken dönem serviks kanserinin taramasında kullanılır.

Smear her kadının yılda bir defa yaptırması gerek son derece basit ancak bir o kadar da önemli bir testtir. Muayene sırasında, rahim ağzı salgısından ince bir fırça ile sürüntünün alınıp bir cam üzerine yayılarak patolojik incelemenin yapılması işlemlerini içerir. Son derecede ağrısız ve basit bir işlemdir.

Biopsi

Eğer rahim ağzı ileri derecede anormal görünüyor ise lokal anestezi altında şüpheli alanlardan serviks biopsisi (parça alımı) yapılabilir.

Eğer tek bir alan belirlenemiyorsa saat 3,6,9 ve 12 hizalarından biopsi alınır ve patolojik incelemeye gönderilir.

Kolposkopi

Rahim ağzının ve vajenin ışık altında büyütece benzer bir optik alet yardımı ile incelenmesidir.

Şüpheli alanları daha kolay ortaya çıkarmak için kolposkopi öncesi rahim ağzı bir takım kimyasal maddeler ile silinir ve daha sonra boyanır. Dokunun boya tutmadaki farklılıklarına göre biopsi alınacak yer tespit edilir.

Kolposkopi ile rahim ağzındaki kılcal damarların yapıları da değerlendirilir ve anormal damarlanma olup olmadığı saptanır. Bu damarlanma değişiklikleri servisit ile kötü huylu hastalıkların ayrımında önemlidir.

Servisit Nedenleri

Servisitin başarılı şekilde tedavi edilebilmesi altta yatan nedeninin tanımlanması ile ilgilidir. Eğer buna neden basit bir irritan (tahriş edici) madde ise bu maddenin kullanılmaması sorunu çözecektir.

Altta yatan sebep bir enfeksiyon ise uygun şekilde antibiyotik tedavisi servisit problemini de çözecektir.

Servisite neden olan en önemli üç mikroorganizma klamidya, gonore ve trikomonasdır. Bunun dışında bazı allerjik maddeler de bu duruma yol açabilir.

Servisit Tedavisi

Eğer servisit durumu uzamış veya altta yatan etkenin tedavisine rağmen tabloda gerileme yoksa bu bölgedeki anormal hücreleri tahrip etmek için bazı küçük cerrahi girişimler yapılabilir.

En sık kullanılan koterizasyon (yakma), krioterapi (dondurma) ve lazer tedavileridir.

Her üç metotta da amaç aynıdır: iltihabi dokunun öldürülerek yaranın adeta dağlanması.

Koterizasyon

Koterizasyon ısı yardımı ile tahrip etmektir. Halk arasında bu işleme “yara yakma” adı verilir.

Kronik servisitteki en eski ve en klasik yöntemdir. Kalem şeklinde bir probun ucundan elektrik akımı geçirilerek ısı elde edilir.
Bir kaç dakika süren işlem esnasında çok hafif ağrı olabilir. Nadiren koter sonrası oluşan nedbe dokusu rahim ağzı kanalında tıkanmalara yol açabilir.

Kriyoterapi

Krioterapi ise sıvı karbondioksit veya azot yardımı ile anormal dokuların dondurulmasıdır. Buna da halk arasında “yara dondurma” ismi verilir.

Kotere göre bazı avantajları vardır. Daha az ağrıya neden olur ve daha kontrollü bir doku tahribine olanak tanır.
Daha az nedbe dokusu oluşmasını sağlar. Bu nedenle servikal kanalda daralmaya yol açmaz.

Tabanca şeklinde bir cihaz ile uygulanır. Bu tabancanın ucunun değdiği yerler donar. İşlem herhangi bir anestezi uygulanmadan yapılır. Son derece basit ve bir kaç dakika süren bir işlemdir.

Lazer

Dokuların lazer ile tahrip edilmesidir. Kriyoterapiye bir üstünlüğü yoktur.

Tedavi şekli ne olursa olsun hücrelerin tahrip edilmesini takiben 1-2 hafta kadar süren kirli bir vajinal akıntı görülür. Bu süre zarfında lekelenme şeklinde kanamalar olabilir, bu nedenle işlemlerden sonra 3-4 hafta kadar cinsel ilişkiden kaçınmak gerekir. Tamamen iyileşme bazen 6-8 hafta kadar zaman alabilir.

Servisitten Korunmak İçin Önlemler

Servisitten korunmak ya da erken dönemde teşhis edilmesini sağlamak için bazı basit önlemler yeterlidir.

Çok emin olmadığınız kişiler ile ilişkiye girmeyin. Partnerinizde gonore belirtileri varsa hemen doktorunuzla görüşün. Şüpheli ilişkilerinizde prezervatif kullanın.

Vajinal akıntı varlığında muayene olmayı geciktirmeyin.
Herhangi bir şikayetiniz olmasa bile yılda bir kez jinekolojik muayeneden geçin ve mutlaka smear aldırın.

Kokulu tampon, deodorant, pudra gibi irritan maddeleri asla kullanmayın.

Vajen içini suyla veya sabunla kesinlikle yıkamayın. Çünkü o bölgenin doğal asidik bir ortamı vardır. O ortamın bozulması sizi enfeksiyonlar açısından riske atacaktır.

İç çamaşırlarınızı sık sık değiştirin ve sentetik olmayan pamukluları tercih edin.

Tuvalet sonrası temizliğinize dikkat edin. Her zaman önden arkaya doğru silin, arkadan öne değil.

Servisit Kronikleşirse…

Serviks enfeksiyonu kronikleşirse servikal kanal etrafında Naboth bezlerinde kistleşmeler yapabilir. Bu durumda dondurma ve yakma işlemeri gerekli hale gelebilir.

Rahmin Ters Durması (retrovert uterus)

Halk arasında rahimin ters olması olarak bilinen durum tıp dilinde retrovert uterus olarak tanımlanır. Bir kız bebek doğduğunda uterusu (rahim) belirli bir pozisyondadır ve normalde bu pozisyon ölene dek değişmez. Rahim öne doğru (antevert) ya da arkaya doğru (retrovert) olabilir. Antevert uteruslara daha sık rastlanmaktadır. Kadınların %70-85’inde rahim öne doğru dururken geri kalanlarda arkaya doğrudur. Uterusun öne ya da arkaya doğru olması patolojik bir bulgu değil normal anatominin bir varyasyonudur. Tıpkı sağ eli ya da sol eli kullanmak gibi veya saç, göz rengindeki farklılıklar gibi bu anatomik duruş da normaldir.

NEDENLERİ

Rahimin retrovert olması normal bir anatomik durum olmakla birlikte bazı durumlarda öne doğru duran uterus arkaya dönebilir . Örneğin yapılan doğumlara bağlı olarak uterusu yerinde tutan bağlarda gevşeme olabilir ve uterus arkaya doğru dönebilir.Yine menopoz sonrası aynı nedenle benzer bir durum ortaya çıkabilir.

Bunlardan daha önemlisi pelvis içindeki anatomiyi bozan bazı hastalıklar rahimi geriye doğru çekebilir. Bu hastalıklardan en önemlisi endometriozistir. Tüplerin enfeksiyonları, pelvik iltihabi hastalık nedeni ile ya da ameliyatlar sonrası oluşan yapışıklıklar da rahimin ters dönmesine neden olabilir. Çok nadiren pelvis içinde yer kaplayan kitleler de rahimi arkaya doğru itebilir.

BELİRTİLERİ

Tek başına olan retrovert uterus durumu olguların çoğunda herhangi bir belirti vermez. Nadiren kişide cinsel ilişki sırasında ağrı ya da rahatsızlık hissi olabilir. Bazı hastalarda ise adet sancılarının altında yatan neden retrovert uterus olabilir. Altta yatan endometriozis gibi bir patoloji varsa buna bağlı yakınma ve bulgular görülebilir.

TANI
Retrovert uterusun tanısı herhangi bir nedenle yapılan jinekolojik muayenede tesadüfen konur

TEDAVİ
Retrovert uterus varlığında herhangi bir tedavi gerekmez. Bazı hekimler kronik kasık ağrısı nedeni ile vajinal pesser uygulamayı tercih etseler de bu kalıcı bir çözüm sağlamaz. Ters duran rahim muayenede herhangi bir şekilde öne doğru döndürülemez. Bu amaçla yapılabilecek ameliyatlar olmakla birlikte modern jinekolojide hiçbir kullanım alanı yoktur ve hastaya zarar veren girişimlerdir. Ameliyat sonrası oluşacak yapışıklıklar hem kısırlığa neden olabilir hem de kasık ağrısının artmasına yol açabilir.

Muayenede retrovert uterus saptanması durumunda altta yatan bir patoloji saptandığında bunun tedavisine yönelik girişimlerde bulunulması gerekir.

RAHMİN TERS OLMASI KISIRLI?A NEDEN OLUR MU?
Tüm dünyada pek çok kadın retrovert uterusun çocuk sahibi olmada güçlüğe neden olacağını düşünür. Bu yanlış inancın kaynağının ne olduğu meçhuldür. Altta yatan endometriozis gibi başka bir durum varsa buna bağlı olarak kısırlık söz konusu olabilir. Ancak tek başına rahmin ters durması gebeliğe engel bir durum değildir.

Çeşitli nedenlerle tüp bebek tedavisine giren 807 kadının incelendiği bir araştırmada rahimin ters olmasının gebelik sonuçları üzerinde olumlu ya da olumsuz herhangi bir etkisinin olmadığı gösterilmiştir.

HAMİLELİKTE DURUM?
Retrovert uterusa sahip olan kadınlar hamile kaldıklarında gebeliğin ilerlemesi ve rahimin büyümesi ile birlikte uterus hamilelikteki normal pozisyonunu alır ve bebek vajinal doğum ya da sezaryen ile sorunsuz doğurtulur. Gebelik öncesi rahmin ters olması normal doğuma engel değildir. Doğumdan sonra ise rahim küçülür ve loğusalık döneminin sonunda yine eski halini alır ve retrovert olarak kalır.

Çok nadiren binde 3-14 olguda rahim büyürken öne doğru dönüp normal pozisyonunu alamaz ve pelvis boşluğu içinde sıkışır. Uterus inkarserasyonu olarak adlandırılan bu durum anne ve bebek hayatını tehdit edebilir.

İnkarsere uterus varlığında şart olmamakla birlikte gebeliğin 12-20. haftaları arasında şu belirtiler ortaya çıkabilir:
• Sık idrara çıkma
• Mesanenin tam boşalmadığı hissi
• İdrar yaptıktan sonra mesanede idrar kalması
• Şiddetli kabızlık
• Alt karın ağrısı
• Vajinal kanama
Çok nadiren ise herhangi bir bulgu olmaz ve termde doğum başlayana kadar herhangi bir yakınma ortaya çıkmaz.

Tedavi edilmeyen olgularda fetal kayıp oranı %33’e kadar çıkabilmektedir. Tedavi değişik yöntemler ile uterusun normal pozisyone gelmesini sağlamaktır.

Vajinal Akıntılar

Fizyolojik vajinal akıntı nedir?

rmalde üreme çağındaki her kadında bir miktar şeffaf, kaygan ve kokusuz nitelikte bir vaginal akıntı vardır. Normal olan bu vaginal sıvıya “fizyolojik vaginal akıntı” denmektedir.

Kadınlık hormonlarının etkisi ile rahim ağzındaki servikal bezlerden ve vajen bölgesindeki bezlerden salgılanan bu sıvının faydalarından birisi de vagen kayganlığını sağlayarak cinsel ilişkinin konforlu olmasını sağlamaktır.

Menopoza giren kadınlarda estrojen hormonunun azlığına bağlı olarak vajinal sıvının salgılanması azalması “vaginal kuruluk” şikayetini meydana getirmektedir.

Fizyolojik (normal) vajinal akıntı, adet periyodu içinde yumurtlama gününe yaklaştıkça artma eğilimindedir; hatta bazı durumlarda çamaşırı kirletecek derecede vagen dışına taşabilir. Bu akıntı, yumurtlama gününde yumurta akı kıvamında çekince uzayan, sümüksü ve şeffaf bir görünüm alır. Bu şekildeki vajinal bir akıntı “ovulasyon” un habercisidir.

Her ne kadar aşırı miktarda olabilse de, fizyolojik akıntı renksiz, kokusuzdur; kaşıntı ve irritasyon da yapmaz.

Vajenin Koruyucuları:  Laktobasiller

Vajenin en önemli  özelliklerinden birisi de zararlı bakterilere karşı savunmada yer alan ve “laktobasil” adı verilen bakterileri içermesidir. Vajenin asit PH’sinde üreme özelliği gösteren bu yararlı bakteriler vajende enfeksiyon oluşturabilecek zararlı mikroplara karşı vajeni adeta korurlar.

Laktobasillerin sayıca azaldığı pek çok durumlarda vajen enfeksiyonları (Vaginitler) görülebilecektir.

Patolojik (Anomal)  vajinal akıntı nedir?

Vaginanın iltihabına “vaginit” ve serviks denilen rahim ağzının iltihabına “servisit” denmektedir. Vajinit ve servisitlerin en önemli bulguları da normalden farklı yapıda olan yani fizyolojik olmayan “patolojik vaginal akıntı”lardır.

Vajinitteki akıntı fizyolojik akıntılardan farklı bazı özellikleri vardır; daha bol miktardadır, kötü, rahatsız edici kokusu olabilir ve koyu kıvamlıdır. Bazen süt kesiği kıvamında olabildiği gibi bazen de köpüklü ve bol sarı-yeşil renktedir.

Serviksin iltihapları (servisitler) ise anormal vajinal akıntılar yanında, kendilerini kasık ve bel ağrıları ile belli ederler.

Enfeksiyon dışında da bir çok kadın hastalığı vaginal akıntı yapabilir. Genital bölgede kullanılan parfümler, pedler, tamponlar veya prezervatif gibi yabancı maddeler vaginada irritasyon (tahriş) yaparak akıntıya neden olabilir.

Tüm bu nedenler dışında nadiren de olsa üreme organları ile ilgili kanseröz tümörler de akıntı şikayeti yapabilir.

Vajinit nedenleri nelerdir?

En sık vajinit nedenleri:

Bakteriyel vaginosis (Gardnerella vaginiti, non-spesifik vajinit)
Mantar enfeksiyonları
Trikomonas enfeksiyonları
Vajenin tümörleri’dir.

Kadınlarda en sık karşılaşılan akıntı sebebi “bakteriel vaginosis” (non-spesifik vajinit) dir. Bu enfeksiyon “Gardnerella vaginalis” denen mikrobik ajanın vagina içersinde aşırı çoğalması sonucu oluşmaktadır. Bol miktarda beyaz-gri hafif sarımsı vaginal akıntı ile karakterizedir. Özellikle akıntının kötü kokusu belirgindir. Kötü koku cinsel ilişki sırasında ve adet günlerinde belirginleşmektedir. Tedavisinde ağızdan ve vajinal yoldan antibakteriel ilaçlar kullanılabilmektedir.

Vaginada “mantar enfeksiyonu” belirgin kaşıntı ve irritasyon (tahriş) yapan bir akıntı yapmaktadır. Sıklıkla vaginadaki bu enfeksiyona vulva (dış genital organlar) da katılmaktadır. Bunun sonucu vulva cildinde kızarıklık, ağrı ve şişlikle karakterize ödem oluşmaktadır.

Mantar enfeksiyonu bazen “üretra” denilen idrar kanalını da etkileyerek idrar yaparken ağrıya (disüri) da neden olabilir. Cinsel ilişkide yanma ve ağrı da genel olarak hissedilen diğer semptomlardır.

Mantar enfeksiyonundaki vaginal akıntı beyaz süt kesiği şeklindedir ve vagina duvarına yapışır. En sık “Candida” adı verilen mikroskobik mantarın vaginada aşırı çoğalması sonucu oluşur.

Candida enfeksiyonları antibiyotik kullanımı sonrasında, gebelikte ve şeker hastalarında daha sık görülmektedir. Ayrıca vücudun direncinin düştüğü durumlarda, kanser tedavisi (kemoterapi) görenlerde, Aids’te daha sık olarak karşımıza çıkmaktadır. Mantar enfeksiyonları tedavisinde vaginal yolla veya ağızdan uygulanan anti-mantar ilaçlar (antimikotikler) kullanılmaktadır.

“Trichomonas vaginalis” de cinsel ilişki ile bulaşan diğer bir vaginal enfeksiyon nedeni olan bir mikroorganizmadır. Çok bol miktarda yeşilimsi, köpüklü ve irritasyon yapıcı akıntı yapar. Vagina ve vulvada yanma hissi ve kaşıntı belirgindir. Antibiyotik tedavisinin uygulanması ve bu tedaviye mutlaka cinsel eşin de dahil edilmesi nüksleri önlemek açısından şarttır.

Vaginal akıntı tümöral bir oluşum nedeni ile de olabilir, bu durumda çoğunlukla sümüksü kıvamda ve bol miktarda, üzerinde ince çizgiler halinde kan bulunan bir akıntı mevcuttur. Böyle bir akıntı varlığında üreme organları ayrıntılı olarak gözden geçirilmeli ve neden saptandıktan sonra uygun tedavi yapılmalıdır.

Vajinal akıntılardan korunma yolları..

Vajina içini hiç  bir zaman yıkamayınız. Vajen içini yıkamak asit PH’ı değiştirecek ve oradaki doğal ortamı bozarak  laktobasilleri sayıca azaltarak zararlı mikroplara bir üreme ortamı sağlayacaktır. Hele hele vajen içini sabunla asla yıkamayınız. Normal banyo sırasında vajen içine kaçan su miktarı önemsiz olmakla birlikte, vajenin içinin basınçlı su ile yıkanması (vajinal duş) aynı sebeplerden ötürü önerilmemektedir. İlişki sonrası veya adetten temizlenmek için ise çok zorda kalınıyorsa “özel vajinal duş solusyonları” kullanılabilir.
Banyodan sonra dış genital bölgenizi havlu ile kurulayın.

Genital sprey, parfüm katkılı ped ve tampon, parfüm katkılı prezervatifleri kullanmayın.
İç çamaşırınızı günlük değiştirin ve sentetik değil, pamuklu olanları tercih edin.
Yüzme ve ağir eksersizler sonrası iç çamaşır veya mayonuzu değiştirin. Üstünüzde kurumasın.

Aşırı kilo ve şeker hastalığı mantar enfeksiyonuna zemin hazırlar. Bu tür bir sorununuz varsa önlemini almaya çalışın.

Dar pantolon veya dar iç çamaşırı giymekten kaçının.

Genel tuvalet temizliğinize dikkat edin.

Cinsel ilişki esnasında prezervatif kullanmaya özen gösterin ve sık partner değiştirmeyin. Sık partner değiştiren kişilerle birlikte olmayın.

UNUTMAYIN!!  Eskiye göre normalden fazla akıntı, akıntıya eşlik eden yanma veya kaşıntı, akıntıda-adet dönemlerinde veya ilişki sırasında kötü kokuların hissedilmesi, akıntının renkli (sarı, yeşil, gri) veya köpüklü olması ve cinsel ilişki sıraısnda yanma veya ağrının olması VAJİNAL ENFEKSİYON bulgularıdır ve acilen tedavi edilmesi gereklidir.

Vajinal Kuruluk

Vajinal Kuruluk ve Kayganlaştırıcılar

Cinsel yönden aktif olan her kadın zaman zaman vajinal kuruluk problemi yaşar. Vajinal kuruluk varlığında cinsel ilişki bir keyif kaynağından çok acı ve stress nedeni haline gelir. Kadınlar erotik uyarılara bazı cevaplar verirler. Nefes alış verişin hızlı ve derin hale gelmesi, ciltte sıcaklık hissi ve kızarma, meme uçlarının belirginleşmesi, klitoris ve vulvada şişme cinsel uyarı karşısında ortaya çıkan değişikliklerdir. Kadınların pek çoğu erotik uyarılar karşısında vajialarında da bazı değişiklikler hissederler. Uyarı ile birlikte vajina yukarıya doğru kalkar ve boyu hafifce uzar. Ayrıca vajina duvarlarında “terleme” yani salgı olur.

Lubrikasyon ya da kayganlaşma adı verilen bu durum vajina duvarlarını oluşturan hücre tabakalarından kaynaklanır. Vajina girişinde ve rahim ağzındaki özel salgı bezleri sümüksü kıvamda kaygan bir sıvı salgılayarak vagen kayganlığını sağlamaktadırlar.Sıvı ciltten olan terlemeden farklıdır ve bilimsel olarak modifiye plazma transüdasyonu olarak isimlendirilir. Bu sıvı AIDS’de dahil olmak üzere pek çok değişik virüs içerebilir. Bu nedenle partnerin dikkatli olması gereklidir. Bu sıvının yutulması ya da cinsel fantazi oyuncaklarının ortak kullanımı virüsün bulaşmasına neden olabilir.
Sıvının ve lubrikasyonun asıl amacı cinsel ilişkiyi kolaylaştırmak ve spermlerin rahim içine doğru ilerlemesine yardımcı olmaktır. Pek çok kişi vajinadaki bu ıslaklığı kadının uyarılması ve cinsel ilişkiye hazır olması ile ile eş anlamlı olarak görür. Oysa bu yanlıştır. Kadınlar bazen cinsel olarak uyarılmadıkları halde vajinaları ıslanabilir ya da tam tersi olarak vajina ıslanmadan da uyarılmış olabilir. Aşırı salgı zaman zaman problem olabilmekle birlikte asıl sorun yeteri kadar ıslaklığı sağlanamadığı durumlarda yaşanmaktadır.

Özetleyecek olursak kuruluğa yol açan nedenler

• Adet siklusunun dönemleri
• Gebelik
• Doğum sonrası
• Emzirme dönemi
• Stres dönemleri
• Prezervatif kullanımı
• Tampon kullanımı
• Vajinal duş
• İlaçlar
• Menopoz

Vajinal Kuruluğun Tedavisi Nasıl Yapılır?

Vajinal kuruluğun en kolay ve etkili çözümü lubrikan yani kayganlaştırıcılardır. Piyasada bu amaçla satılan pek çok ürün bulunmaktadır. Bu ilaçların çoğu kokusuz, tatsız ve sterildir. Yine bu ilaçların hemen hepsi hipoalerjeniktir. Kendinize uygun olan lubrikanı değişik markaları deneyerek kendiniz bulmalısınız. Lubrikan seçerken dikkat etmeniz gereken bazı hususlar vardır:

1) Her zaman suda çözünen lubrikanları kullanın. Petrol bazlı vazelin gibi kayganlaştırıcıları asla ve asla kullanmayın. Bunlar hem enfeksiyona olan eğilimi arttırırlar hem de içerdikleri maddeler prezervatiflerin dayanıklılığını azaltırlar. Öte yandan vajinada irritasyona neden olabilirler.

2) Nemlendirici, anti-irritan ve kurutma tozları arasındaki ayrıma dikkat edin. Pek çok markanın değişik amaçlarla kullanılan farklı ürünleri vardır. Anti-irritan kremler sadece dış bölgelerde kullanılır ve vulvadaki ağrı ve kaşıntıyı giderirler. Bu ilaçlar asla vajina içinde kullanılmazlar. Bazı toz ve pudralar ise sadece aşırı salgı olan kadınlarda salgıyı absorbe etmek için kullanılırlar.

3) Unutmamanız gereken bir başka nokta ise aksi belirtilmediği sürece bu tür kayganlaştı
rıcıların hamilelikten koruyucu etkisinin olmadığıdır. Yine bu maddeler cinsel yolla bulaşan hastalıklara karşı korumaz. Sadece nonoxynol adı verilen maddeyi içeren maddeler sperm öldürücü özelliğe sahiptir. Ancak bu madde de vajina için irritan bir maddedir ve enfeksiyon riskini arttırır.
Kayganlaştırıcılara ek olarak pelvik kasların güçlü tutulması bölgeye olan kan akımını arttırarak sıvı üretimine destek olabilir. Bu amaçla Kegel egzersizleri yapılabilir. Kegel egzersizlerini öğrenmek için tuvalette otururken idrar yapmaya başlayın ve idrar akımı devam ederken durdurmaya çalışın. Daha sonra bu hareketleri mesaneniz boşken yapın. Kasları kasın ve üçe kadar sayın. Buna kasların yorulduğunu hissedene kadar devam edin. Kegel egzersizlerini her gün günde 2 defa yapın. Birkaç hafta içinde cinsel yaşantınızdaki değişmi fark edeceksiniz.

Son Güncelleme Tarihi 11 мая 2021 by Mersin Tüp Bebek

Bize Ulaşın
Previous Next
Close
Test Caption
Test Description goes like this
×